Mayıs 28, 2016 17:06 Europe/Istanbul

Eğer petrol olmasaydı, bugün modern Suudi Arabistan adında bir krallık ve saltanat düzeni olmaz belki de bu krallık da daha önceki iki krallığın kaderini paylaşmak zorunda kalacaktı.

Bunu biz değil, siyaset uzmanları söylüyor. Bölge meseleleri uzmanı Kamran Buhari şöyle diyor: Suudi Arabistan şimdiye kadar görülmemiş bir değişim sürecine girmiş bulunuyor. Reform yolunda sarf edilen bu büyük çabanın en temel özelliği, bu girişimin tepki uyandırmasıdır. Suud hanedanı iktidarını koruyabilmek için fevkalade bir baskı altında bulunuyor, üstelik bu baskı bu ülkeyi saran bölge çok karıştığı bir sırada gündeme geliyor. Buna göre yapılan işler doğal olarak savunulmaz olduğu bir sırada hızlı değişiklikler şartları daha da kötüleştirebilir.

Suud rejimi kabinesi 25 Nisan tarihinde çok idealist bir planı onaylayarak Arabistan’ın siyasi ekonomisini ıslah etmeye karar verdi. 2030 ufku adı verilen bu plan henüz 30 yaşında olan prens Muhammed bin Salman’ın düşüncelerinin ürünüdür. Bu plan Arabistan’ı petrol gelirine olan bağımlılığına son vermek istiyor. Planın önemli bir bölümünü Arabistan’ın büyük petrol firması olan Aramco petrol firmasının hisse senetlerinin bir bölümünü satmak ve dünyanın en zengin ve en büyük mali fonunu kurmak oluşturuyor.

Prens Muhammed bin Salman Nisan 2015’te bu planını açıklamak üzere El Arabiye TV kanalına verdiği mülakatta, planın bazı detaylarını Haziran ayının başlarında açıklayacağını belirtti. Suud prensi bir kez daha Suud krallığının petrol gelirlerine olan bağımlılığını eleştirdi.

Arabistan’ın savunma Bakanı ve Aramco firmasının karar mekanizmasının başı olan prens Muhammed, petrol Arabistan’ın adeta anayasasına dönüştüğünü belirtti. Bu açıklama prens Muhammed’in değişim istediği şeklinde yorumlandı. Ancak Arabistan ekonomisinin aşırı derecede petrole olan bağımlılığına bakıldığında başarılı olmasına kuşku gözüyle bakılıyor, çünkü Arabistan aynı zamanda bir çok dış etkenin dayattığı kısıtlamalarla da karşı karşıya bulunuyor.

Modern Suudi Arabistan krallığı resmen 1932 yılında kurulurken, aslında bu krallık, Suud rejiminin üçüncü şekliydi. Buna karşın daha önceki iki Suud rejimi petrol serveti ile sigorta olmamıştır. Örneğin Arabistan’da Suud hanedanının ilk devleti sünni İslam’ın radikal muhafazakar yorumcusu olan selefi Muhammed bin Abdulvahab ve Muhammed bin Suud’un kraliyet ailesi arasında kurulan ittifakla şekillendi. Birinci Muhammed dini işlerin başına geçerken, ikinci Muhammed siyasi iktidarı ele aldı, fakat devlete meşruiyet kazandıran konu ise, din meselesiydi.

Arabistan toplumu İslam’dan önce tamamen aşiret temelinde kurulan bir toplumdu. Arabistan’da kurulan ilk iki devlet Fetih yoluyla veya buradaki aşiretlerle ittifak kurarak hakimiyet alanını genişletti. Bu sistem günümüzde de aynı şekilde devam ediyor. Nitekim 1901 ila 1932 yılları arasında kurulan modern kraliyet de ilk devletten farksızdı. Buna karşın Arabistan’da kurulan ilk iki devletin çökme neden daha çok Suud hanedanının iç arenadaki rakiplerine kıyasla pek güçlü olmamasıydı. Bu zafiyet iç arenada Reşidi ve Haşimi hanedanları ve dış arenada da Mısır ve Osmanlı karşısında söz konusuydu.

Ancak Arabistan’da kurulan üçüncü Suud rejimi petrol parasını kullanarak bu sorunun üstesinden gelmeyi başardı. Petrol paraları Suud rejimine iç istikrarı korumak ve bu ülkeyi bölgede Arapların lideri konumuna getirmekte yardımcı oldu.

Ortadoğu bölgesi birinci dünya savaşından sonra Britanya ve ikinci dünya savaşından sonra yani 1945 yılında Amerika’nın nüfuzu altına girdiği sıralarda Suud rejimi hala ecnebi güçlerin himayesi altındaydı. Ancak ecnebi güçler bu tür rejimlere ancak iç istikrarı korudukları müddetçe destek verdikleri de bir gerçektir.

Öte yandan Suud hanedanı bir çok sorunla karşılaşmaya başladı, ki bu sorunlara Suud kralı ile prens Faysal’ın rekabetini ve yine seküler Mısır devletinin Suud krallığını devirmekle tehdit etmesini örnek vermek mümkün. Bu yüzden Suud hanedanı iç arenada muhalifleri yatıştırmak ve dıştan gelen tehditlere karşı koymak için bir yol bulması gerekiyordu.

Gerçekte Suud hanedanının üçüncü devletinin bekasına müsaade eden en önemli etken, 1938 yılında Arabistan topraklarında büyük petrol yataklarının keşfedilmesiydi. Bu kaynak Suud rejimi için 1950’li yılların başlarına kadar en temel gelir kaynağı oldu. Petrol paraları Suud hanedanına iç arenada konumunu pekiştirmesine ve ayrıca Mısır tehditlerine karşı koymasına yardımcı oldu.

1970’li yıllara kadar Suud rejimi dünyanın en büyük petrol ihraç eden ülkesi oldu ve böylece bu hanedan petrol dolarlarından uluslararası arenalarda nüfuzunu arttırmak için yararlandı. Gerçekte eğer petrol olmasaydı, bugün modern Suudi Arabistan adında bir krallık ve saltanat düzeni belki de bu krallık da daha önceki iki krallığın kaderini paylaşmak zorunda kalacaktı. Nitekim hali hazırda Arabistan’da diğer iktisadi sektörlerin petrol sektörüne kıyasla arka plana itildiği anlaşılıyor.

Petrol geliri 2015 yılında Suud rejiminin gelirinin dörtte üçünü oluşturdu. Bu yüzden prens Muhammed bin Salman’ın petrol, Suud krallığının Kur'an'ı Kerim ve sünnetten sonra üçüncü temel direği olduğunu söylediğine şaşmamak gerekir. Ancak prens Muhammed’in 2020 yılına kadar petrol yaşayabiliriz, iddiasının fazla idealist ve hatta içi boş bir iddia olduğu belirtiliyor. Kuşkusuz belli bir ürüne veya sanayi sektörüne aşırı derecede bağımlı olan bir ülke için bu bağımlılıktan kurtulmak pek kolay olmasa gerek.

Arabistan konusunda bu mesele çok zor görünüyor, çünkü bu ülke tüm sosyal sigorta doktrinlerini ve sosyal protokollerini petrol geliri temeli üzerine inşa etmiştir ve bu yüzde tüm bunları değiştirmek nerdeyse imkansız gibidir. Belki Arabistan son kırk yılda petrole olan bağımlılığını tedrici bir şekilde azaltmış ve sermayesini gelişmekte olan alternatif sektörlere yatırmış olabilir, ancak buna karşın Suud toplumunun bu işte başarılı olabilmesi yolunda büyük bir engel vardır. Gerçekte sadece Suud hanedanı aşırı muhafazakar bir kültüre sahip değildir ve aynı zamanda Arabistan halkı da devletin gelirinden kendilerine bir pay verilmesine alışmış bir toplum sayılır.

Bu arada prens Muhammed bin Salman hükümet ve Arabistan toplumunun yapısında çok hızlı değişiklikler yapmak istiyor, oysa ne babası ve ne de amcaları bu reformları hatta çok tedrici bir şekilde bile yapamamıştı. Bu yüzden Arabistan’a hakim olan mevcut düzene şok vermenin fevkelade muhafazakar olan bu toplumda çok tehlikeli sosyal ve dini tepkileri beraberinde getirmesinden korkuluyor. Üstelik son zamanlarda El-kaide ve IŞİD gibi tekfirci örgütlerin bu toplumun üzerindeki nüfuz ve etkisi de ortada duruyor. Ancak Suud hanedanı hatta selefileri ve muhalifleri kontrol altına alarak kısıtlayabildiği takdirde Arabistan’da köklü değişikliklerin uygulanması için onlarca yıl gerektireceği de kesindir. Bu arada petrol fiyatlarının düşmesi ve gelirlerin sürekli gerilemesi de Arabistan’ın 2030 ufkunu yakalamasını zorladığı gözleniyor.

Suud hanedanı 2014 yılının sonlarından itibaren 115 milyar dolarlık döviz stoklarını yakmaya başladı ve döviz stokları hemen %16’lık bir düşüşle karşılaştı. Bu durum ise Arabistan’ı son 25 yılda ilk kez uluslararası mali kurumlardan onlarca milyar dolar kredi almaya zorladı.

Gerçekte Suud rejimi giderleri azaltmaya çalışıyor, fakat bunu iç arenadaki kırılgan ve zayıf durumdan bağımsız olarak yapamıyor. Bundan dört ay önce hükümet su, elektrik ve yakıt fiyatlarına zam yaptı, fakat iç arenada bazı ciddi muhalefetlerle karşılaştı ve bu yüzden kral Salman ilkin su Bakanı ve ardından enerji Bakanı olmak üzere art arda iki Bakanı görevden aldı.

Arabistan’da radikal reformları yapmak ve bunu yaparken ulus devlet arasındaki geleneksel ilişkileri koruyabilmek, adeta imkansızdır ve bu tür reformların, Suud hanedanı iç durumdan kaygı duymadığı bir sırada yapılması gerekir. Oysa bölge çok karmaşık bir konumdadır ve bölgede tek Arap güç sayılan Arabistan radikal örgütlerin bölgede oluşan iktidar boşluklarından nemalanmalarını önlemek için kriz yönetimini çok iyi başarması gerekir.

Ancak Suud rejimi başta Mısır olmak üzere bir çok ülkeye mali yardım yapmak zorunda kalmakla beraber Yemen’de da maliyeti çok ağır olan bir savaşa kalkışmıştır. Yine Suud rejimi bir yandan Arap dünyasında bir çok açıdan dışlanırken, öbür yandan da kendini, uluslararası camia ile ilişkilerini iyileştirme yolunda adım atan İran’dan gelen tehditle karşı karşıya bulmaktadır. Suud rejimi İran’ın bölgedeki nüfuzu ile mücadele etmek için Suriye’de Beşar Esad yönetimine karşı savaşan teröristlere destek veriyor. Gerçekte Suriye yönetiminin son aylarda İran ve Rusya’nın destekleri ile elinin güçlenmesi, Arabistan’ın teröristleri desteklemekte başarısız olduğu anlamına gelmiyor. Bu süreçte en kötü şey ise, Suud rejimine karşı en büyük tehdit olan IŞİD’in İran ve Arabistan arasındaki sürtüşmeden nemalanmasıdır.

Öte yandan Arabistan, tarihi müttefiki Amerika ile ilişkilerinde de ciddi gerileme söz konusudur. Şimdilerde Amerika ve Arabistan’ın çıkarları birbirinden uzaklaştığı ve beyaz sarayın da Suud hanedanından uzak durmaya çalıştığı anlaşılıyor.

Gerçekte Amerika güç dengesi stratejisini izliyor ki bu da İran ve hatta Türkiye ile yakın işbirliğini gerektiriyor, fakat Amerika’nın sünni Türkiye’ye yakınlaşması, Suud krallığı için büyük bir sıkıntı sayılıyor.

Amerika bölgesel güçlerin Ortadoğu’da tırmanan gerginliği yönetmelerini umuyor, fakat Arabistan’in elzemleri Amerika’nın hedef ve çıkarları ile aşırı derecede çelişki arz ediyor.

Gerçekte bölgenin karmaşık şartları ve iç arenadaki kısıtlamalar, Suud rejiminin manevra gücünü büyük oranda olumsuz etkiliyor. Bu yüzden Suud hanedanının Arabistan’da siyasi ekonomide temel reformları yapabilmesine imkansız gözüyle bakılıyor. Bu süreçte hatta Suud krallığı şu anda karşı karşıya bulunduğu sorunlardan çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabileceği ifade ediliyor. 015 


Etiketler