Arabistan ve Suud rejiminin belirsiz geleceği - 3
Türkiyeli yetkililerin ve özellikle Başbakan Binali Yıldırım’ın Beşar Esad’ın Suriye’nin siyaset arenasında önemli bir aktör olduğunu açıklaması, Ankara yönetiminin Suriye politikasında tutumunu değiştirdiğini açıkça ortaya koymuştur, öyle ki bazı çevreler bu gelişmeden Türkiye ile Suriye düşmanlarının balayının sona ermesi şeklinde söz ediyor.
. Gerçekte Türkiye’nin Suriye krizine yönelik tutumunu değiştirmesi, bu ülke bir süre öncesine kadar Şam yönetimine ve bu krize karşı oldukça sert ve değişmez bir tavır sergilediği ve Beşar Esad’ın mutlaka iktidardan çekilmesi gerektiği üzerinde vurgu yaparak ısrarla durduğu halde gündeme geliyor. Nitekim Ankara, Suriye’de barışın sağlanması için en temel şartın Beşar Esad’ın iktidardan çekilmesi gerektiğini savunuyordu ve bu tutum Arabistan’ın Suriye’ye yönelik hasmane tutumunun doğrultusundaydı.
Ancak şimdi Türkiye’nin Suriye politikasında çark etmesi ve İran ve Rusya’nın tutumuna yakınlaşması Riyad yönetimini derinden öfkelendirdiği ve tepkiye zorladığı gözleniyor.
Bu bağlamda Arabistan’ın el vatan gazetesi yayımladığı bir makalesinde şu ifadelere yer verdi: Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım İsrail ile ilişkilerin yeniden başladığını belirterek şöyle dedi: İki şartla Suriye ile ilişkileri normalleştirmeye hazırız. İlkin Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulması ve ikincisi Suriye yönetiminin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve güvenliğine saygı göstermesi.
El vatan gazetesi Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım’ın bu sözlerine istinaden şu yorumda bulundu: Erdoğan’ın dış politikası 180 derece yön değiştirdi, öyle ki sadece son üç haftada Türkiye’nin resmi yetkilileri bu ülkede ve Rusa ve İran’da dokuz görüşme gerçekleştirdi ve Türkiye’nin mesajları aracıların yardımıyla Şam’a iletildi.
Bundan başka Suud rejimine bağlı bir başka gazete olan El Şark El Osat gazetesi de Türkiyeli bazı kaynaklardan naklen, Suriye ile Türkiye yetkilileri arasında İran’ın arabuluculuğu ile gizli müzakereler yürütüldüğünü, bu müzakereler Beşar Esad ile Erdoğan’ın barışması ile sonuçlanabileceğini yazdı. Gazete şöyle devam etti: Türk kaynaklar ayrıca bu müzakerelerin Türkiye’nin emekli seçkin generallerinden biri olan İsmail Hakkı başkanlığında yürütüldüğünü belirtiyor ve Hakkı, 1998 yılında Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Adana anlaşmasının gözlemcisiydi.
Adana anlaşması Türkiye ile Suriye arasında PKK elebaşı Abdullah Öcalan krizi sırasında imzalanmıştı. El Şark El Osat gazetesi ayrıc Türkiye’nin NTV kanalı Türkiye Başbakan yardımcısı Noman Kurtulmuş’tan naklen, Ankara yönetiminin gelecekte barış için Beşar Esad temsilcileri ile müzakere etme yolunda herhangi bir engel görmediğini belirterek, bu durum Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin iyileştiği ve iki taraf arasında teamül başladığının işareti olduğunu kaydetti.
Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım geçenlerde bir konuşmasında Beşar Esad’ın yer alacağı milli birlik hükümetini düşünemediklerini, fakat Beşar Esad’ın Suriye’de geçiş sürecinin bir parçası olabileceğini çünkü Esad Suriye’nin siyaset arenasında önemli bir aktör olduğunu belirtti.
Öte yandan Arapça yayın yapan Sky News kanalı da Türk yetkililerin son haftalarda Beşar Esad hakkındaki açıklamalarında yeni bir dönüm noktasından söz etti ve bu değişikliği, Türkiye’de 15 Temmuz’da yaşanan başarısız askeri darbe girişimi gibi iç gelişmelerin ve Suriyeli Kürtlerin Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde hareketliliği ve Beşar Esad hamisi olarak bilinen Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ısınması gibi dış gelişmelerin sonucu olarak yorumladı.
Gerçekte Suriye ordusunun başta Halep eyaleti olmak üzere Suriye’de teröristlere karşı büyük zaferler kazanması bu ülkede dengeleri değiştirdi ve süreci Suriye düşmanlarının hedeflerinin tersi istikametinde değiştirdi ve bu zümrenin Suriye’yi yıkma ve parçalama planını bozguna uğrattı.
Yine Türkiye’nin İran, Rusya ve Suriye’ye yakınlaşması, üstelik Arabistan, Katar, Türkiye ve Amerika’nın üyesi oldukları Suriye karşıtı ittifak son beş yılda Suriye krizi sırasında hedeflerine ulaşmakta başarısız kaldığı bir sırada, Ankara yönetiminin eski müttefiklerinden ve Suriye düşmanlarının saflarından uzaklaştığının işaretidir. Nitekim Ankara bir süre önce de Suriye savaşında artık ABD’ye güvenmediğini da açıkladı.
Arabistan rejiminin geçen Nisan ayında gündeme getirdiği milli değişim planı ve 2030 ufku belgesine yaklaşması ile beraber bu rejim şiddetli belirsizlik sürecine de girmiş oluyor. Arabistan’ın 2030 ufku belgesinde devlet bürokrasisinin kolaylaştırılması özel sektörde yatırımların artması ve gençlerin işsizliğinin önlenmesi ve sonuçta petrole bağlı ekonomiden kurtulmak gibi hedefler yer alıyor.
Bazı uzmanlar 2030 ufku belgesi Arabistan toplumunda hareketliliğe yol açarak istikrara vesile olabileceğini ya da kraliyet düzeninin nisbi olarak güç kaybetmesine yol açabileceğini ve bu da Ortadoğu ve dünya enerji ve mali piyasaları için yıkıcı sonuçları olabileceğini belirtiyor.
Gerçi bir çok Arap ülkesinde halk 2011 yılında sokaklara dökülerek siyasi özgürlük istediklerini haykırdı, fakat Arabistan o dönemde nisbi huzur ve barış içindeydi. Buna karşın bu ülkenin sosyal ve iktisadi yapısında yaşanacak değişikliklerin zemini bazı muhalefetler için hazır hale getirebileceğinden söz ediliyor.
Arabistan bütçe açığını hafifletebilmek için 2030 ufku belgesinde Arabistan halkına ödenen sübvansiyonları yavaş yavaş azaltma ve buna karşı özel sektörde istihdam alanını genişletme sözü veriyor. Eğer iktisadi büyüme ve yeni iş fırsatları beklendiği gibi halkın beklentilerini karşılayamazsa, bu durum hoşnutsuzlukları ve halkın daha fazla liberal siyasi reform taleplerini arttırabilir ve böylece Arabistanlı din adamlarının ciddi müdahalesini gerektirebilir. Aslında Suud Ociye firmasının iflasını ve yabancı çalışanlarının ihraç etmesini Arabistan’da iş durumunun vehameti şeklinde yorumlamak mümkün .arabistanlı ekonomi uzman Fadl Buayneyn firmaların kazançlarının azalması, bazı mali yükümlülüklerini hafifletmek isteyen firma başkanlarının dikkatini firmada çalışan yabancı çalışanlara yönelttiğini belirtiyor.
Geçen Ocak ayında ise bir Arap işadamı 2016 yılının sonuna kadar yaklaşık bir milyon yabancı çalışan petrol fiyatlarının düşmesinden kaynaklanan mali baskıların yüzünden Arabistan’ı terk etmek zorunda kalacağını açıkladı.
Bu arada başarılı stratejiler de, hükümete iktisadi açıdan daha az bağımlı olan sermaye çevreleri arasında daha fazla reform taleplerine yol açacağı anlaşılıyor. Yabancı uyruklu çalışanlar, Arabistan’ın işçi sınıfı ve Doğu eyaletlerinde dışlanmış vaziyetteki şii müslümanların büyük ihtimalle reform taleplerini yansıtmaya başlayacağı belirtiliyor.
Arabistan’da şii müslümanlar tarih boyunca her zaman şiddetli ayrımcılığa maruz kalan ve yoksulluk içinde bırakılan kesim olmakla beraber Suud hanedanına karşı mücadelede de derin mazileri bulunuyor. Sonuçta her türlü reform talebi hükümet karşını itirazları ve isyanları tetikleyebilir ve hatta Suud hanedanının çökmesi ile sonuçlanmasa bile Arabistan’da kargaşa ve istikrarsızlığa yol açabilir. Bu yüzden Suud rejimi yeniden durumu musallat olabilmek için kraliyet hanedanına bağlı olan milli muhafız alayını devreye sokabilir.
Ancak bu durumda FKİK gözlemcileri anahtar bir soruyu gündeme getiriyor: eğer Suud hanedanı saltanatını korumak için milli muhafız alayını kullanmaya kalkışırsa, o zaman içişleri, ordu ve polis teşkilatı gibi diğer güç sahibi kurumlar bu senaryonun neresinde yer alacaktır?
Bundan başka 2030 ufku belgesinde yer alan idari, sosyal ve iktisadi reformlar, Arabistan’ın liderleri ve önemli elit kesiminin zararına olabilir. Arabistan krallığı aşiretlerin ve hanedanların desteğini alabilmek için onlarla iktidarda bürokratik mevkileri paylaşıyor, ancak şimdi bu kesimin yerine teknokratları getirmesi, hiç kuşkusuz onların kraliyete verdikleri desteği ciddi sıkıntıya sokacak veya tamamen yok edecektir.
Öte yandan Muhammed bin Salman’ı iktidarın başına getirmek için veliaht prensi halefini değiştirme süreci de kraliyet hanedanı içinde öfkeleri ve düşmanlıkları daha da körüklediği gözleniyor. Suud hanedanında eski kuşak liderleri genç bir prensin önünde eğilmek istemiyor tabi.
Yine sosyal reformlar Arabistan camiasında dini iktidarı olumsuz etkileyebilir.
2030 ufku belgesinde belirlenen bir başka hedef ise Arabistan devlet petrol firması Aramco’da özel sektörün yatırım yapmasına imkan tanımak istiyor. Ancak bu durum söz konusu esrarengiz firmada bir çok şeyin aydınlığa kavuşmasına ve firmanın şimdiki yöneticilerinin birçok yolsuzluğunun gün ışığına çıkmasına ve sonuçta halkın yönetime güvensizliğinin derinleşmesine yol açabilir.
Uluslararası Karnegy barış vakfı Ortadoğu programı üyesi Perry Kamak ise şöyle anlatıyor: Aramco firmasının gerçek değerinin ortaya çıkması Arabistan’da petrol alanında bir çok gizli tutulan konunun ifşa olmasına yol açabilir. Firma hisse senetlerini sunmak için en başta tarihçesinde şimdiye kadar görülmemiş bir bilgi şeffaflığı yapması gerekir ki bu da kraliyet hanedanı için de şimdiye kadar görmedikleri bir durum olacaktır. Hükümet karşıtı isyanlar çıktığı takdirde ise kraliyet hanedanı değişim için baskı altında kalacaktır. En muhtemel senaryo ise Muhammed bin Salman’ın yükselmesidir. O bir çok genç tarafından desteklenen bir liderdir.
Ancak bu yükselmenin kraliyet hanedanı içinde ve ailelerin ve mezhebi kurumların arasında liderlerin öfkesine yol açacağı ve gerginlikleri tırmandıracağı da kesindir. Eğer Muhammed bin Salman liberal reformdan söz edecek olursa, muhtemelen muhafazakar Vahabi alimlerin desteğini kaybeder, ama eğer reformdan söz etmezse bu kez Hicaz, Necd ve Doğu eyaletlerinde ona karşı bölgesel ve aşiret eksenli direniş artır. Bu iki senaryonun hiç biri Arabistan krallığını lehine değildir. Gerçi genç prensin orduda bir çok sadık taraftarı bulunuyor, ama Arabistan milli muhafız alayının Yemen’e gönderilmesi bir çok eleştiri ile karşılaştı ve eğer şartları daha da istikrarsızlaşırsa, darbe için şartlar hazırdır demektir.
Öte yandan bazı Suud prensleri ve önde gelenleri hükümetin çökmesini daha fazla güç kazanma fırsatı olarak görüyor. Arabistan’da 1932’de kraliyet içinde vahdet sağlandığı günden beri Suud kimliği geniş kapsamda söz konusu değildir ve Suud milliyetçiliği yeni bir kavram olarak gündemdedir. Bu devlet bazı elit şahsiyetlerin seçimi ve Vahabi ideolojisinin yaygınlaşması ile birliğe kavuştu ve Necd eyaletinde sevilmesine karşın şii azınlığın muhalefeti ile karşı karşıya kaldı.
Gerçi Arabistan’da tüm sünni müslümanlar da Vahabi tarikatının ideolojisinin benimsemediği belirtilmelidir.
Bugün ise merkezi yönetimi ciddi bir sorunla karşı karşıya bulunuyor, şöyle ki bazı aşiret liderleri özerk bölge ve birlikten önceki gücünün yeniden kendilerine verilmesini ve muhtemelen Arabistan’ın yeni devletini yok etmeyi arzu ediyor. Söz konusu aşiret liderleri kendi gücünü uygulamak için aşiretteki yakınlarını silahlı kuvvetlerin içine sızdırmaya çalışıyor ve eğer istikrarsızlık devam edecek olursa kraliyet hanedanı içindeki muhalif kesimin de açıkça kral Salman veya her kim kral ise ona itiraz edecekleri anlaşılıyor.
Gerçekte Arabistan milli muhafız alayı önemli sosyal olaylar,orduda isyan ve benzeri durumlarla tek başına baş edemeyeceği ve devletin çöküşünü ve iç savaşın çıkmasını engelleyemeyeceği anlaşılıyor. Öte yandan FKİK üyeleri de Arabistan’da muhtemel patlama ve diğer senaryolardan haberdar oldukları ve şimdiden böyle bir gelişmenin muhtemel tesirlerini inceledikleri belirtiliyor.0156