Aralık 09, 2016 14:06 Europe/Istanbul

Geçtiğimiz bölümde, Avrupa'daki radikal sağ partileri ve bu partilerin hangi ülkelerde yükseldiğini ele almıştık.

Tarihi deneyimlere dayalı olarak Avrupa'da, radikal sağ partilerin toplumsal ve ekonomik çatlaklar ve farkların yaşandığı toplumlarda büyüdüğü ve geliştiği düşüncesi şekillenmiştir, ancak son yıllarda Avrupa'da yaşanan gelişmeler ve olaylar, AB'nin zengin ülkelerinde bile radikal sağl ve göçmen karşıtı partilere yöneliş ve eğilimin arttığını gösteriyor.

Aslında, Avrupa'da radikal sağ ve göçmen karşıtı partilere artan eğilim, insan haklarını savunduklarını ileri süren Avrupalı ülkelerdeki ırkçı eğilimlerden kaynaklanıyor.

Avrupa'da ırkçılığın uzun bir geçmişi var. Avrupalı sömürgecilerin sömürü dönemlerindeki ırkçı tavırlarını hala bazı Avrupalı ülkelerince ortaya konulamaktadır.

Bunun için Avrupa ve dünyanın diğer noktalarındaki terör eylemleri ve saldırılarının yankı ve sonuçlarına bakmak yeterli olacak.

Avrupa'daki en küçük terör saldırısı, dünyada geniş yankı bulur ve dünya güvenliği tehlikeye düşerken, ancak dünyanın diğer noktalarındaki terör saldırıları Avrupa'dakilerinden kat kat büyük olmasına rağmen Avrupa basınında sadece kısa haberler halinde yer alıyor.

Avrupalı devletler aynı ırkçı bakışla birçok gerçeği, kendi kamuoyu ile paylaşmıyor. Onlar, göç dalgasından Avrupa için güvenlik tehdidi olarak söz ederken, göçmenlerin Avrupa'ya akınının nedenlerine hiç değinmiyorlar, zira milyonlarca Suriyeli kenti evi ve yurdunu terk edip, Avrupa'ya tehlikeli yolculuğu tercih ediyor.

Suriye krizi nasıl ortaya çıktı? Acaba bu  kriz, Ortadoğu ülkelerindeki totaliter rejimlere karşı halk kıyamlarının devamı niteliğinde mi? Suriye yönetiminin kriz öncesi icraatı ve muhalefete yönelik tutumuna bazı eleştiriler yöneltilebilir, ancak bu eleştiriler, insan hakları ve demokrasi yanlısı olduklarını ileri süren Avrupalı ülkelerin Beşar Esad yönetimini devirmek için teröristlere desteklerini haklı gösterecek seviyede değil.

Türkiye, Suudi Arabistan, BAE ve Katar, Batı'nın Suriye yönetimini devirme projesini uygulamayı üstlendiler. 

Burada üzerinde durulması gereken çelişkili bir konu, seçimler düzenlenmeyen ve vatandaşlarının en temel vatandaşlık haklarından yoksun bırakılan ve Al-i Suud rejimince aşiret şeklinde yönettiği Suudi Arabistan'ın Suriye'de demokrasi istediğini söylemesidir.

Avrupalı ülkeler ve ABD'nin en yakın müttefiki sayılan Suudi Arabistan'da hiçbir demokrasi organı yok, ancak bu rejim Suriye'de demokrasi sağlama projesini üstlenmiştir.

İşte bu, Batılıların demokrasi ile ilgili en büyük çelişkisidir.

Sadece bu konu, Batılı devletlerin Ortadoğu bölgesindki demokrasiye bir araç olarak baktığını kanıtlamak için yeterli olacaktır.

Biz burada, Avrupalıların Suriye örneğinde demokrasi ile ilgili çelişkilerini tenkit etmek niyetinde değiliz. Batı ve Arap koalisyonunun Suriye'de yarattığı kriz üzerinden yaklaşık 6 ay geçiyor, bu kriz, Suriye, Ortadoğu ve dünyada büyük etki ve sonuçları olmuştur. 

Büyük tarih ve medeniyet sahibi Suriye'deki 23 milyon insan bazı siyasi ve ekonomik sorunlarına rağmen huzur ve sükunet içinde yaşıyordu.

Bu ülke Siyonist rejimin karşısındaki direniş cephesinde yer almaktadır ve kriz öncesine kadar Filistinli gruplar ve partilerin ana merkezi sayılıyordu. Bölgedeki hiçbir Arap ülkesi, Suriye kadar Siyonist rejimin saldırıları karşısında direnmemiştir. Aslında, Batı-Arap koalisyonunun Suriye yönetimini devirme hedeflerinden biri, bu ülkeyi direniş cephesinden çıkarmaktı. Bu kriz sebebiyle ülkenin alt yapı tesisleri yok oldu, yaklaşık 11 milyon Suriyeli göçmen durumuna düşürken yarım milyon Suriyeli de hayatını kaybetti.

Türkiye, Lübnan, Ürdün ülkeleri, Suriye'de demokrasi sağlanması bahanesiyle bazı Suriyeli göçmenleri ağırlamış bulunuyor. Ancak Suriye'nin komşu ülkelerine sığınan bu göçmenler, birçok sorun yaşıyor, bunlardan çoğu daha iyi yaşam ümüdüyle Avrupa yolunu tutmayı tercih ederek, tehlikeli yolculuğa başlar, onlar geriye kalan bütün sermaye ve servetlerini insan kaçakçılarına teslim ediyor.

Oysa hiçbir Suriyeli kendi evi ve yurdunu terk edip, hiçbir aydın vizyonu olmayan bir yaşam ümüdüyle Avrupa'ya gitmeyi sevmiyordu veya böyle bir niyeti olan Suriyeli vardıysa eğer, yasal yollardan Avrupa'ya gidebilirdi. 

Gelinen noktada ise Suriye, Batılı ülkeler, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve BAE'nin plan ve çabasıyla dünyanın tefkrici ve terörist gruplarını barından merkezi haline geldi. 

Şimdi hangi mantıkla, Avrupalı ülkeler ve ABD'nin doğrudan desteğiyle Suudi Arabistan gibi bir ülkenin tekfirci ve terörist gruplar üzerinden bir ülkede demokrasi ve özgürlük sağlamasına inanılabilir.

Avrupa'ya göç dalgası, Avrupalı ülkelerin Suriye dahil Ortadoğu'ya yönelik izlediği politikalarıyla doğrudan ilintilidir. Ancak Batılı ülkeler, kendi kamuoyuna milyonlarca Suriyeli'nin göçmen durumuna düşmesi hakkında ters yorumlar yaparak, bu bağlamda kendi sorumluluklarını kabul etmek istemiyorlar.

Buyüzden, pratikte Suriye'ye yönelik politikalarında bir değişiklik yapmıyorlar. Onlar,Suriyeli sığınmacıları kendi ulusal güvenliği için tehlike olarak görüyor ve kendi sınırlarını onlara kapatıyor ve hatta Avrupa'ya varan sığınmacıları sınırdışı ediyor.

Avrupa'daki bazı terör eylemleri ve ırkçı muamelelerin artması, sığınmacılara karşı sıkı tedbirlerin haklı gösterilmesi için kullanılıyor. Avrupa'daki Suriyeli sığınmacılar her yönden kurban durumuna düşmüş bulunuyorlar. Onlar, aslında Batılı ülkelerin demokrasi ve insan haklarını savundukları yalanlarının kurbanı olmuştur. Avrupa'ya göç dalgası, Avrupalı ülkelerin insani iddialarını çörüttü.

Avrupalı ülkeler, kendi sınırları çerçevesinde insan hakları standartlarına uymaya çalışıyor. Avrupa sınırları dışında, onlar için tek önem arz eden şey kendi çıkarlarıdır ve bu bağlamda hiçbir insani ilkeye bağlı kalmıyorlar.

Avrupalı ülkelerin Suriye ve Irak'taki tekfirci ve terörist grupların en büyük hamisi Suudi Arabistan ile ilişkileri,  Batılı ülkelerin demokrasi ve insan hakları konusundaki çifte standartının bir örneğidir. 

Avrupalı ülkeler, Suriyeli sığınamcılara karşı bir sorumluluk kabul etmek istemiyor. Onlar, sığınmacıları sınırdışı etmek ve Avrupa'ya yeni sığınmacıların girmesini engellemek için sıkı tedbirler alıyor.

Avrupalı ülkeler,  bu hedeflerine varmak için her türlü yola başvuruyor, hatta insan hakları sözleşmesini bile ihlal etmekten kaçınmıyorlar. Avrupalı ülkelerin sığınmacılara yönelik artan ırkçı ve ayrımcı müameleleri ve kadın ve çocuk sığınmacıların cinsel istismarı ve sığınmacıların angaryaya tabi tutulmalarına karşı duyarsız kalmaları, yeni grup sığınmacıların Avrupa'ya akın etmesini engellemek için olduğunu gösteriyor.