Ocak 13, 2017 10:15 Europe/Istanbul

Sohbetimizin üçüncü ve son bölümünde Suud rejiminin Yemen topraklarına saldırmasının bu rejim için ne gibi getirileri ve sonuçları olduğunu masaya yatırmak istiyoruz.

Gerçi Arabistan Arap dünyasının liderlik hayalini yaşıyor, fakat gerçekte Arap dünyasında direniş söylemi bölgesel ve küresel bazda bu konuma yerleşmeye başladığı gözleniyor.

Arabistan’ın Yemen’de uğradığı hezimet Suud hanedanı için stratejik bir aşağılamaya yol açtı. Batılı uzman Hans J Morgenta  “milletlerin arasında siyaset” adlı eserinde şöyle diyor: devletler asla kendilerini, geri çekilmeleri itibar ve haysiyet kaybı anlamına geleceği bir konuma düşürmemelidir.

Eğer Morgenta bugün yaşıyor olsaydı belki de bu uyarısına çağdaş dünyamızda Arabistan’ın düştüğü konumu örnek verecekti.

Arabistan rejimi sürekli kendisini İslam ümmetinin savunucusu olarak gösteriyordu, fakat Yemen topraklarına askeri tecavüzü ve ardından Yemenli kadınların ve çocukların katliamı ile ilgili yayımlanan görüntüler veya haram aylarda devam eden saldırılar, haremeyni şerifeynin hademesi olduğunu iddia eden Suud hanedanının meşruiyetini tamamen yerle bir etti. Yemen’de sivil yerleşim bölgeleri, altyapı tesisleri, fabrikalar, hastaneler, okullar ve hatta camilerin bombardıman edilmesi Suud rejiminin müslüman kadınları ve çocukları katletmekte korsan rejim İsrail’den hiç bir eksiği olmadığını ispat etti. Son yıllarda özellikle haremeyni şerifeyn hademeliği jesti ve İslam ümmetinin hayır ve iyiliğini düşünen bir devlet pozu ile hareket eden Suud rejimi Yemen’de binlerce masum kadını ve çocuğu katletmekle bu yapay imajını kaybetmekle kalmadı ve işi, hatta Batılı insan hakları örgütleri tarafından Yemen’de savaş suçu ve beşeriyete karşı suç işlemek yüzünden en sert biçimde eleştirilme noktasına kadar ilerletti. Söz konusu insan hakları örgütleri ayrıca Amerika, İngiltere, Kanada ve diğer bazı Batılı ülkeleri de Suud rejimine kitle imha silahları ve yasak silahları satmaları yüzünden eleştirdi.

Ancak bu süreçte en önemli nokta, Suud rejiminin uluslararası itibarını tamamen kaybetmesi ve uluslararası camiadaki konumunun yıkılmasıydı. Gerçekte Arabistan Yemen topraklarına saldırmakla uluslararası itibarını şiddetle zedeledi. Yine Arabistan’ın uluslararası camiada imajının yıkılması da bu rejimin bölgede ve Arap dünyasında prestij kaybına yol açtı. Nitekim bundan böyle Arap ülkelerinin Suud rejiminin bölgeye yönelik planlarına daha temkinli yaklaşacakları ve kaderlerini bu rejimin eline emanet etmeyecekleri anlaşılıyor. Hatta bölgede bundan böyle Arabistan’a karşı muhalefetin artacağından söz ediliyor, zira Yemen’in diğer Arap milletleri için Suud hanedanının babalık iddiasına karşı direniş modeline dönüşeceği anlaşılıyor.

Arabistan’ın Yemen’e dayattığı savaşın bir başka getirisine gelince, her yıl milyarlarca dolar gelirini askeri gücünü geliştirmeye yatıran ve ardından eşit şartlarda olmadığı halde ağır hezimete uğrayan bölgenin ve İslam dünyasının en zengin ülkesinin Arap ortadoğusunun en fakir ülkesine saldırması ve dediğimiz gibi bu şartlara rağmen başarısız olması ciddi bir gerçeği gün ışığına çıkardı, o da şu ki Suud hanedanı petrol satmak ve silah satın almak ve bu silahları depolamaktan başka hiç bir marifeti olmayan bir hanedandır, çünkü onca moders silahları ve askeri teçhizatına rağmen askeri açıdan en zayıf ve en ilkel konumda olan Yemen gibi bir ülkenin bile üstesinden gelememiştir. Gerçekte bu savaş Suud rejiminin askeri açıdan acizliğini ve beceriksizliğini gözler önünü sermiştir.

Arabistan’ın Yemen’e dayattığı savaşın bir başka getirisi, Arabistan içinde ihtilafların tırmanmasıydı. Bundan önce kral Abdullah’ın ölümü Suud hanedanı içinde iktidar savaşını alevlendirmişti, fakat Yemen savaşı da bu rekabet ve sürtüşmeler için yeni bir arenaya dönüştü. Nitekim gözlemciler Suud hanedanı içinde Yemen savaşının başlatılması yüzünden ciddi anlaşmazlıkların ve sürtüşmelerin yaşandığını belirtiyor. Şimdi ise bu savaşın devamı ve ayrıca Suud hanedanı içinde iktidar yapısı üzerindeki etkileri hakkında farklı görüşler gündeme getiriliyor.

Arabistan rejimi Yemen topraklarına saldırmaya başladığı ilk günlerde hanedan içinde bazı prensler bu savaşa karşı olduklarını ortaya koydu. Örneğin Yemenli bir anadan doğan Suud veliaht prensi Mukren bin Abdulaziz, bu savaşa kaşı çıkanlardan biriydi. Yine muhalefetini açıkça beyan etme cesaretini gösteremeyen milli muhafız alayı Bakanı Matab bin Abdullah da Yemen savaşına karşı olanlar Suud prenslerinden biridir.  Matab bin Abdullah muhalefetini dolaylı ve gizli bir şekilde ve milli muhafız alayı bakanlığında bazı askeri yetkililerle grüşmesinde dile getirmiş ve bu savaşta mümkün mertebe temkin hareket etmeye vurgu yapmıştır. Bundan başka Suud hanedanının ünlü prenslerinden Halid bin Tellal da gayri resmi olarak ve twitter hesabında kral Salman’ın Arap birliğinin Şermül Şeyh’te zirvesini beklemeksizin Yemen’e saldırma kararını eleştirdi ve bu hareketin diğer Arap liderlere kaşı saygısızlık olduğunu belirtti.

Gerçekte Yemen savaşı ile ilgili Arabistan hakimiyeti içinde en önemli anlaşmazlık savunma Bakanı Muhammed bin Salman ve içişleri Bakanı Muhammed bin Naif’in başını çektiği Sediri kanadı ile veliaht prensi Mukren bin Abdulaziz ve milli muhafız alayı Bakanı Matab bin Abdullah’ın başını çektiği Sediri olmayan kanadın arasında yaşanmaktadır.

Yemen savaşı konusunda askeri operasyonların devamı ve ayrıca savaşın nasıl yürütüleceği de iki kanat arasındaki ciddi anlaşmazlık konularından sayılır. Bu anlaşmazlık özellikle Yemen savaşının iki baş aktörü olan savunma Bakanı Muhammed bin Salman ve içişleri Bakanı Muhammed bin Naif arasında yaşanıyor. Muhammed bin Salman Yemen’e karadan müdahaleyi savunurken, Muhammed bin Naif bu talebi reddediyor ve ancak Pakistan gibi ülkelerin katılımı durumunda kabul edeceğini belirtiyor.

Arabistan’ın Yemen’e dayattığı savaşın bir başka getirisi, bölgenin çeşitli ülkelerinde Suud karşıtı itirazların tırmanmasıdır. Arabistan’ın Yemen topraklarına tecavüzü ayrıca Asir, Necran ve Ceyzan eyaletlerinde yaşayan vatandaşların da itirazına yol açtığı ve bu insanları anavatanına geri dönme veya özerklik ilan etmeye yönelttiği anlaşılıyor, ki bu da başlı başına Suud rejiminin Yemen savaşında ağır hezimetinin işaretlerinden biridir. Aslında Arabistan’ın bu eyaletleri Suud hanedanı Hicaz topraklarında devlet kurduklarını ilan etmeden önce Yemen’e ait topraklardı, fakat çıkan savaşta yenilmelerinin ardından Taif anlaşması gereği belli bir süreliğine Arabistan’ın mandalığını kabul etmek zorunda kaldılar. Daha sonra bu süre 1990’lı yılların ortalarında sona erdi, fakat Arabistan rejimi Yemen’in dönem Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ve bu eyaletlerde yaşayan aşiretlerin liderlerine rüşvet vererek mandalığının süresini uzattı. Ancak 2015 yılından itibaren Arabistan’ın bu bölgelerin üzerindeki sultası sorgulanmaya başlandı, ki bu da Suud rejiminin Yemen saldırısının beklenmedik getirilerinden biriydi.

Arabistan’ın Yemen’e dayattığı savaşın bir başka getirisi, Yemen milletinin Kuzey komşusuna yönelik kin ve nefretinin artması ve bu milletin içinde zalim Suud rejiminden intikam alma duygusunun büyüdükçe büyümesidir, öyle ki bu kin ve nefret ve intikam duygusu Yemen milletinin gelecek kuşaklarına kadar uzanacağı gözleniyr. Gerçi Yemen tecavüzünden önce de Suud elebaşıları Yemen kamuoyunda pek de kabul gören bir imajı yoktu. Tarihi açıdan Suud rejimi uzun yıllar Sebe melikesinin diyarı olan Yemen topraklarına yukarıdan bakan bir yaklaşım sergiledi, fakat bu yaklaşım Yemen’de Suud hanedanı için hiç bir makbuliyet yaratmadı. Yine Suud hanedanının son 60 yıllık karnesinde Yemen topraklarına en az sekiz saldırısı yer alıyor ki hepsinde de istisnasız savaşı başlatan taraf Suud hanedanı olmuştur. Bu şartlarda Yemen kamuoyunun Suud hanedanına sıcak bakmaması gayet doğal karşılanması gereken bir konudur.

Arabistan’ın bu savaş sırasında iyice aşağılanmasına sebebiyet veren bir başka konu, Suud hanedanının Yemen karşıtı kurmak istediği ittifakta başarısız kalmasıydı. Suud rejimi işin başında Fars körfezi işbirliği konseyi üyeleri, Arap birliğine üye ülkeler ve Pakistan ve Türkiye ekseni olmak üzere üç halkadan oluşan bir ittifak kurduğunu iddia etti, fakat yolun devanında bu hedefine ulaşamadı. Gerçekte Suud hanedanı Yemen saldırısında bölgedeki tüm Arap ve sünni ülkeleri kendi saflarına çekmeye çalıştı, fakat bu girişiminde başarılı sağlayamadı. Suud rejimi geniş bir ittifak kurarak hem saldırısını meşrulaştırmak ve hem mali ve askeri açıdan kayıplarını başkaları ile paylaşmak istiyordu. Bu bağlamda Suud hanedanı için Pakistan ve Türkiye’nin Yemen saldırısında Riyad’ın yanında yer alması çok önemliydi, çünkü her iki ülkenin güçlü orduları vardı, fakat Arabistan’ın yenilgi işaretleri görülmeye başlayınca hem Türkiye ve hem Pakistan bu konudan geri çekildi ve böylece Arabistan Yemen karşısında yalnız kaldı.

Öte yandan Arabistan’ın başını çektiği sözde ittifakta yer alan ülkelerin arasında da ciddi ihtilafler bulunuyor. Örneğin Katar Mısır’la anlaşmazlık yaşıyor. Bu yüzden Arabistan Mısır’ı ittifaka katılmaya devam edince Doha bu ülkenin ittifakta yer almasına karşı çıktı. Yine BAE ve Arabistan arasında da bir çok anlaşmazlık bulunuyor.

Öte yandan Suud rejimi askeri operasyonlarla ilgili kararlarda ittifakta yer alan ülkelerin görüşüne baş vurmayı gereksiz buluyor, fakat bu da Arap ülkelerinin eleştirilerine yol açıyor.

Bu arada ittifakta yer alan Afrikalı yoksul ülkelerin tek amacının mali açıdan bir şeyler kazanmak olduğunu da unutmamak gerekir.

Her halükarda Arabistan’ın Yemen’e karşı kurduğu sözde ittifak daha kurulmadan çökmeye başladı ve Suud rejimi yeni işbirlikçilerin hizmetinden yararlanmak ve ayrıca ittifakta yer alan ülkeleri kaybetmemek için yüklü rüşvetler ödemek zorunda kaldı, ama bunların hiç biri de şimdiye kadar fayda etmedi ve Yemen milletinin direnişi Suud hanedanının tüm hayallerini suya düşürmeyi başardı.