Eylül 14, 2018 15:37 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde sizlerle Arakanlı Müslümanların Myanmar hükümetince soykırımına karşı Avrupa yönetimleri ve dünya Katoliklerin manevi lideri Papaların tutumunu ele alacağız.

Londra'da bulunan İslami insan hakları komisyonu, Myanmar iktidar partisi başkanı ve dışişleri bakanı Ang San Su Çi'yi (Aung San Suu Kyi) 2017 yılı uluslararası İslamofobi ödülünün sahibi olduğunu duyurdu. Myanmar'da Müslümanlara karşı işlenen cinayetler, Nobel barış ödülü sahibi Ang San Su Çi'nin Amerika başkanı Donald Trump, Fransa milli parti başkanı Marine Le Pen, Hollanda'nın ünlü İslam düşmanı Hollanda için özgürlük partisi lider Geert Wilders'i geride bırakmayı başaracak kadar fazlaydı. Ang San Su Çi Myanmar ordusunun Arakanlı Müslümanlara karşı şiddet uygulamaları ve binlercesinin mülteci duruma düşmesi nedeni ile uluslararası çapta yoğun eleştirilere maruz kaldı.

Myanmar ordusunun Arakanlı Müslümanlara yeni tur saldırısı 25 ağustos 2017'de başladı. Myanmar ordusu etnik temizlik amacı ile bir çok Arakanlı Müslümanların evlerini yakarak, yüzlercesini öldürdü, binlerce Arakanlı kadın ve kıza tecavüz ettiler. Myanmar ordusunun işlediği cinayetleri sonucu 620 bin Arakanlı Müslüman Bangladeş'e kaçmak zorunda kaldı.

İslami insan hakları komisyonunun İslamofobi ödül listesinde başkalarının da adı geçiyor. İngiltere'de her yıl verilen İslamofobi ödülü, İslam karşıtı görüşleri nedeni ile faşist gruplardan İngiliz Savunma Birliği eski lideri Tomy Robinson'a verildi. Bu ödülün diğer adaylarından, televizyon spikeri ve muhabir Katie Hopkins, İngiliz Bağımsızlık Partisi eski lideri Nigel Farage, İngiltere İçin Parti kurucusu Anne Marie Waters ve İngiltere dışişleri bakanı Boris Johnson'a değinebilir. Medya alanında İslamofobi ödülünü Fox News kazandı.

Avrupalı hükümetlerin İslamofobi akımı ve İslam düşmanlarına verdiği desteğin bir bölümünü onların dünyanın diğer bölgelerinde İslamofobi olayına karşı tutumunda görmek mümkün. Bu olaylardan biri ise onların Myanmar hükümetine karşı tutumudur.

Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden çeşitli yetkili ve siyasi şahsiyetler Bangladeş'e giderek, Arakanlı Müslümanların durumundan esef duyduklarını belirterek, onların kendi ülkelerine dönmelerini istediler. Hatta bazı Avrupalı yetkililer Myanmar hükümetine bu bağlamda uyarıda da bulundular; fakat Arakanlı Müslümanların soykırımı ve etnik temizliği siyasetinin durdurulması için pratikte hiçbir adım atmadılar.

Batılı hükümetler özellikle Myanmar iktidar parti lideri ve dışişleri bakanı Ang San Su Çi'ye baskı için tüm araçlara sahip olmaya rağmen bu bağlamda hiçbir girişimde bulunmadılar. Myanmar'ı en son ziyaret eden şahsiyet, dünya Katoliklerin manevi lideri Papa Franciscus'ti.

Papa Franciscus, 27 kasım 2017 tarihinde Myanmar ziyaretinde Dışişleri Bakanı ve Devlet Başkanlığından Sorumlu Ang San Su Çi ile bir araya gelirken, Arakanlı Müslümanların hedef olduğu zulüm ve katliamlardan bahsetmedi.

Papa Franciscus, Myanmar ziyaretinin ikinci gününde, Yangon kentindeki görüşmeden sonra Suu Çi ve diğer Myanmarlı yetkililere hitaben yaptığı konuşmada, Arakanlı Müslümanların durumuna özel olarak değinmedi.

Genel ifadeler kullanmayı tercih eden Papa, "Ülke halkının iç savaş ve düşmanlıklar nedeniyle acı çekmeye devam ettiğini, Myanmar'a evim diyen herkesin temel haklarının teminat altına alınmasının gerektiğini" söyledi.

Arakanlı Müslümanların etnik adı olan "Rohingya" kelimesine de yer  vermeyen Papa, "Myanmar'ın barış içinde geleceğinin, her bir etnik grubun,  kimliğin ve toplumun her bir üyesinin haklarına saygı duyulmasına dayandığını"  belirtti.

Myanmar'da 52 milyonluk nüfusunun yüzde 1'inden biraz fazlasını oluşturan yaklaşık 700 bin Katolik yaşıyor. Onlar kendi liderleri ile görüşmek için hiçbir sıkıntı yaşamazken, Hristiyanlık dininin gereği kurallara göre serbestçe bu ülkede yaşayabilirler. Şimdi sorulması gereken soru şu ki eğer Myanmar'da Müslümanlar yerine Katolik Hristiyanlar etnik temizlik ve soykırıma maruz kalsaydı, acaba Avrupa yine olaya karşı pasif mi kalırdı? Acaba Avrupalı yetkililer yine Nobel barış ödülü sahibi Ang San Su Çi ile görüşmeye giderler miydi?

Spor karşılaşmalarında doping yapan ve ödül sahibi sporcuların, olayın ardından yıllar geçmesine rağmen doping yaptıkları ispat edilirse ödülleri geri alınır. Fakat Nobel ödülleri konusunda bu olay geçerli değildir. Görünüşe göre Nobel barış ödülünü alanlar, ödül özelliklerini kaybettikleri halde bile eleştirilmiyorlar.

Ang San Su Çi askeri hükümetle yıllarca mücadele nedeni ile Nobel barış ödülünü alabildi. Fakat hali hazırda tüm özgürlükçü değerlere rağmen, binlerce Arakanlı Müslümanın katliamına gözlerini yummuş ve hatta olayı haklı çıkartmaya da çalışıyor. Kendisi Arakanlı Müslümanların katliamı nedeni ile diğer liderler tarafından eleştirilere hedef olmamak için Eylül 2017 BM genel kuruluna katılmadı.

Papa Franciscus Myanmar ziyareti sırasında Ang San Su Çi ile görüşmede Arakanlı Müslümanların insanlık dışı durumu ile ilgili yumuşak ifadeler kullandı. Kendisi ziyaretten önce Myanmar'daki Katolik Kilisesinin tavsiyesi üzerine, Arakanlılar'ın ülkede etnik azınlık olarak tanınmamaları gerekçesiyle, 'Arakanlı' terimini kullanmaktan kaçındı.

Uluslararası Af Örgütü  Asya başkan yardımcısı Phil Robertson ise Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, Arakan Müslümanları ile dayanıştığını göstermesi için Papa'nın onlara 'Rohingya' demesini istedi ve Müslüman azınlığın elinde kalan tek şeyin 'Rohingyalık' olduğunu söyledi. Fakat Papa tüm beklenenlerin aksine ziyareti sırasında "Rohingya" kelimesini kullanmadı.

Myanmar yönetimi, etnik grup ve vatandaş olarak kabul etmediği Müslümanları temsil eden 'Rohingya' kelimesini kabul etmezken, Arakanlı Müslümanları ne vatandaş ve ne de kavmi azınlık olarak tanımıyor ve onların Bangal göçmenler olduğunu iddia ediyor.

Myanmar hükümetinin Arakanlı Müslümanlara yönelik izlediği siyaset dikkate alındığında acaba Avrupa hükümetlerinin ılımlı istekleri sonucu Myanmar hükümetinin azınlık Müslümanlara karşı tutumunun değişmesi ve onların kendi ülkelerine geri dönebilmesi beklenilebilir mi?

Tecrübenin de gösterdiği gibi Myanmar hükümeti uluslararası baskılar olmadan Arakanlı Müslümanlara karşı siyasetini değiştirmeyecektir. Avrupalı hükümetlerin Myanmar yönetimi ve Ang San Su Çi'ye karşı siyasetleri ise onların burada yaşanan insanlık faciasına karşı tepkilerinin bazı eleştiriler ve uyarıdan öteye geçmeyeceğini gösteriyor.

Sohbetimizin bu bölümünde bizzat Avrupa’da Müslümanlara karşı korkunç boyutlarda işlenen cinayetlerden birine değinmek istiyoruz. Bu olay Avrupalı yönetimlerin ırkçı ve İslam düşmanlığı cinayetlerin önlenmesindeki ikili tutumunun bariz örneğidir. 2017 kasım ayında "Bosna kasabı" olarak bilinen eski Sırp komutan Ratko Mladiç'e soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş kanunlarını ihlalden müebbet hapis cezası verildi.Hollanda'nın Lahey kentindeki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, "Bosna kasabı" olarak bilinen eski Sırp komutan Ratko Mladiç'e soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş kanunlarını ihlalden müebbet hapis cezası verdi. Lahey'deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Saraybosna'nın bombalanması emrini Ratko Mladiç'in verdiğini belirterek, Srebrenitsa katliamından dolayı suçlu buldu. Mladiç'in insanlığa karşı suç işlediği yönünde karar veren mahkeme, Mladiç'in soykırım yaptığını vurguladı.

Bosna Savaşı sırasında Sırp askerlerin komutanlığını yapan Ratko Mladiç 90’lı yılların ilk yarısından itibaren savaş suçluları listesinde yer aldı ve 1995-2011 yılları arasında yaklaşık 16 yıl saklandıktan sonra 2011’de Belgrad’da bir evde yakalanarak Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesine teslim edildi. "Bosna kasabı" 74 yaşındaki Ratko Mladiç 1995'te Sırp güçlerince 8 binden fazla Boşnak sivilin öldürüldüğü Srebrenitsa katliamı da dahil 11 suçtan yargılandı. Savcılık, iddianamede savaş suçu ve soykırım zanlısı Mladiç'e müebbet hapis cezası verilmesini talep etmişti. 530 gün görülen davada, toplam 591 tanık ifadesine başvuruldu. 9 bin 914 kanıt mahkemece kabul edildi./Mladiç’in tüyler ürperten en büyük cinayeti, “Büyük Sırbistan” hayali uğruna ve uluslararası toplumun ihaneti ve sessizliği sonucu beş gün içinde 8 bin 372 Müslüman Boşnak erkeği, genç yaşlı demeden katliam etmesidir. Srebrenitsa trajedisinden 20 yılı aşkın süre geçmesine rağmen her yıl olayın kurbanlarından bazılarının cesedi toplu mezarlarda bulunarak düzenlenen törende toprağa veriliyor.

Akıllara durgunluk veren Srebrenitsa faciasında değinilmeyen önemli konu ise insan hakları iddiasında bulunan Avrupalı ülkelerin, Müslümanların Sırplar tarafından soykırıma uğramasındaki rolleridir. Batılı ülkelerin komşuluğunda ve ortak sınırlarının ötesinde nasıl olur da insanlık tarihin en korkunç cinayetleri işlenirken, Avrupalı ülkeler sahip oldukları tüm askeri ve istihbarı güçleri ile bu olayı önleyemediler. Üstelik Srebrenitsa kenti BM tarafından güvenli bölge ilan edilmişken, kentin güvenliği 400 silahlı Hollandalı barış gücü askeri tarafından sağlandığı halde ikinci dünya savaşından beri Avrupa’nın içinde bugüne kadar eşine rastlanmayan bu insanlık dışı faciası yaşatıldı.

Komünist düzenlerin dağılması, 90’lı yılların başında Yugoslavya’ya ulaşmıştı fakat Bosna Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılmasını çok acı ve kanlı yapan ve uzun sürmesine sebep olan ise onların Bosna Hersek’te çoğunluğun Müslüman olmasıdır. Slovenya Sırbistan ordusu ile sadece 10 gün savaşın ardından bağımsızlığına kavuştu. Yugoslavya’dan ayrılmak için Hırvatistan’ın Sırbistan ile savaşı ise sadece 3 ay sürdü. Makedonya ise hiçbir çatışma yaşanmadan Yugoslavya’dan ayrıldı. Karadağ (Monte Negro) ise daha uzun bir süreçte bağımsızlaştı. Fakat Bosna Hersek’in bağımsızlığı ve bu ülkenin Dayton Antlaşması çerçevesinde Yugoslavya’dan ayrılmasının hikayesi daha kanlı ve acılı oldu. Yaşanan savaşta Sırpların Müslümanlara karşı işlemediği bir cinayet kalmadı. Toplu katliamlar, kadınlara topluca tecavüz edilmesi, hamile kadınların karınlarının deşilmesi ve bebeklerini parçalaması,  vahşi Sırpların Boşnaklara karşı Avrupa’nın sessizliği altında işledikleri cinayetlerdi.

Bosna savaşı sırasında 8 bini aşkın Srebrenitsa’da olmak üzere 100 bin Müslüman öldürüldü. Bu cinayetlerin tümü Avrupa ülkelerinin gözleri önünde ve komşuluğunda yaşandı. Britanya’nın dönem başbakanı Müslümanların soykırımlarının en yoğun günlerinde bir gerçeği itiraf etti. John Major Avrupa’da Müslüman bir ülkenin kurulmasına izin vermeyeceklerini söyledi. Bu itiraf sırp katillerin Avrupa hükümetlerinin destekleri sayesinde gönül rahatlığı ile Boşnak Müslümanları katliamdan geçirdiklerini gösteriyor. /Avrupa’da İslam düşmanlığı son on yıllarda Avrupalı yönetimlerin siyasetleri sayesinde yayılarak gerçekleşiyor. Onlar Müslümanlara karşı işlenen cinayetlerin, onlara karşı duyulan nefret ve ırkçılığın suç ortaklarıdırlar./