Şubat 01, 2019 12:34 Europe/Istanbul

Avrupalı ülkelerin son dönemde önemli kaygılarından biri Müslüman göçmenlerin ikinci kuşağı ile ilgilidir.

Avrupalı ülkelere göre bu kuşak, söz konusu Avrupalı ülkelerin köktenci islamcılık olarak adlandırdıkları sürecin etkisi altında kültürel inzivaya itiliyor ve bu da göçmenlerin şiddet ve terör ve radikalizm gibi durumlara yönelmelerine yol açıyor.

Bu anlayıştan hareketle Avrupalı yetkililer, İslam kültürünü Batı medeniyeti ile mücadele eğilimi olan bir kültür olarak algılıyor. Ancak gerçek şu ki, eğer Avrupalı devlet adamları hakikaten inanç özgürlüğüne inanıp mezheplerin yaygınlaşmasına karşı önyargısız hareket ediyor olsaydı, esasen göçmenlerin arasında başka medeniyetlere karşı kültürel ve insani normlara karşı İslam’ın karşıtlığı gibi bir algı oluşmazdı. Gerçekte bu algı öz itibarı ile İslam’ın Batı medyasında karalama kampanyasının sonucu oluşan bir algıdır.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei 21 Ocak 2015’te Avrupalı ve Amerikalı gençlere hitaben yazdığı mektupta şöyle yazmıştı: İslam dinini asil kaynaklarından ve birinci elden referanslardan tanıyın. İslam dini ile Kur'an'ı Kerim ve büyük peygamberinin -s- siyeri üzerinden tanışın. Ben burada sizden, acaba şimdiye kadar doğrutan Kur'an'ı Kerim’e baş vurdunuz mu, diye sormak istiyorum. Acaba İslam Peygamberi -s-  ve insani ve ahlaki öğretilerini gözden geçirdiniz mi? Acaba şimdiye kadar medyadan başka, İslam mesajını başka kaynaklardan aldınız mı? Acaba şimdiye kadar hiç kendinizden, şu İslam’ın nasıl ve hangi değerlere dayanarak asırlar boyunca dünyanın en büyük ilmi ve fikri medeniyetini geliştirdiğini ve en üstün bilginleri ve düşünürleri yetiştirdi, diye sordunuz mu?

İslam ve Müslümanları asil İslamî kaynaklardan öğrenme zaruretine karşın Batılı siyasi yetkililer ve medya ve düşünce çevreleri İslam dini ve Müslümanlara karşı kötümser bir bakışa sahip oldukları gözleniyor. Batılı medya ve siyaset çevrelerinin Müslümanlara yönelik bu kötümser eğilimi, Avrupalı yetkililerin bilinçli bilinçsiz, İslam ve Müslümanları terör ve teröristlerle bir tutmalarına yol açmış bulunuyor. Örneğin İngiltere’nin terörle mücadele yetkilileri bu ülkede terör eylemlerinden bulunabilecek 3 bin kadar radikal Müslüman yaşadığını iddia ediyor.

Avrupa’da terörle mücadeleden sorumlu yetkilileri bir yandan nasıl onlara göre radikal olan 3 bin Müslümanın terör eylemlerinde bulunabileceklerini tespit ettiklerine açıklık getiremiyor, öte yandan Batılı medya organların Avrupa’da yaşayan barıştalep Müslüman göçmenlerle radikal tabir ettikleri Müslümanları birbirinden ayır edemiyor ve bu yüzden kötümser bakışlarını Avrupalı toplumların içine intikal ettiriyor.

Avrupa’da terörle mücadele kurumlardan sorumlu yetkililer sayıları 250 ila 500 bin tahmin edilen Avrupa’da yaşayan Müslümanların yüzde bir ila iki kadarı yaşamlarında en az bir kez radikal faaliyetlerde bulunduklarını iddia ediyor. Bu tür şiddet içerikli davranışların sebepleri hakkında ise farklı gerekçeler ileri sürüyor. Avrupalı bazı siyasiler ve düşünürler İslam dini öz itibarı ile Batı medeniyeti ile çelişki arzettiğine inanıyor. Bu doğrultuda Batı medyasında bir çok medya organı İslam karşıtlığının propagandasını yapıyor. Bazıları ise Avrupa toplumlarında hakim olan İslam ve Müslüman karşıtı ayrımcılık ve olumsuz siyasi ve sosyal ve iktisadi atmosfer Avrupa kıtasında terörün yayılmasına yol açtığını belirtiyor. Bu kesime göre Avrupa ülkelerinde terör eylemlerini yapanlar, yaşadıkları ülkenin siyasi ve sosyal durumundan hoşnut olmayan Arap kökenli vatandaşlardır.

Guantanamo hapishanesinde yatan 66 tutukludan yaklaşık 20 kadarı Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlardandı. Avrupa’da terörle suçlanan sanıkların büyük bir bölümü Avrupa ülkelerinde yaşayan orta sınıfa bağlı gençlerden oluşuyor. Bu insanların her biri bir nevi Avrupa’da karşılaştıkları kültürel bir şoku tecrübe ettikten sonra terör ve radikalizme yöneldikleri anlaşılıyor.

Gerçekte Avrupa toplumlarında sekülerizm maskesi altında hakim olan İslam karşıtı davranışlar ve Müslüman gençlerin sosyal yaşamlarında karşılaştıkları hüsran, bu gençlerin radikalizme eğilimli olmalarında etkili olmuştur. Ancak Avrupa’da yaşayan Müslüman gençlerin büyük bir bölümü barıştalep göçmenler veya vatandaşlardır. Fakat ne var ki Avrupalı toplumlar bu insanları radikal unsurlardan ayırt edemiyor ve bir çok durumda radikal unsurlara gösterdikleri tepki tüm Müslümanlara yöneltiyor.

Son yıllarda El-Kaide ve IŞİD gibi tekfirci terör örgütlerinin Avrupa kentlerinde düzenledikleri terör saldırıları ile ilgili Batılı medya organlarından çıkan haberler ve raporlar başlı başına İslam ve Müslüman karşıtlığını körüklüyor. Oysa İslam dini ve Müslümanlara göre teröristlerin dini yoktur, fakat Batı medyası sürekli onların Müslüman olarak tanımlıyor  ve El-Kaide ve IŞİD gibi tekfirci terör örgütlerinin Avrupa ve Amerika’da casusluk ve güvenlik servisleri ile gizli ilişkilerine göz yumuyor.

Bu arada Avrupa kıtasında yer alan ülkelerin Avrupa genelinde hakim olan kültürel ayrımcılık atmosferinden etkilenen radikal eğilimli teröristlerden başka yerli terörist veya home grown tabiri ile anılan bir başka terörist grubu ile de karşı karşıya bulundukları belirtilmelidir.

Avrupalı home grown teröristleri esasen göçmen saymamak gerekir. zira bu kesim göçmen kökenli olmalarına karşın terör suçunu işledikleri ülkelerde doğmuş veya bir başka Avrupa ülkesinde doğup büyümüş insanlardır. Home grown teröründen kaynaklanan tehditler Avrupa kıtasında 2010 yılından sonra büyük artış kaydetti. Bu teröristlerin terör eylemlerinin hedefinde tren garları, hava limanları, otobüs terminalleri ve diğer bazı umumi mekanlar yer almıştır.

Öte yandan 1990’lı yıllardan itibaren terör tehditleri dış kaynaklı terör olmaktan uzaklaşarak iç kaynaklı tehditlere dönüştüğü belirtilmelidir. Zira bu tür terör eylemlerini işleyenler gerçekte Avrupalı ve Avrupa doğumlu kişilerdir. Gerçi Avrupa medyası ve siyaset çevreleri bu kesimden göçmenlerin ikinci veya üçüncü kuşağı şeklinde söz ediyor.

Aslında nisbi mahrumiyet, kimlik ve kültür bağları ve toplu inziva duygusu, home grown teröristlerin Avrupa’da şiddet içerikli terör eylemlerini düzenleme isteklerinin temel saikleridir ki bu da bir nevi Avrupa ülkelerinin iç sorunu sayılır. Bu alanda Batı medeniyeti ve Batılı değerlere yönelik nefret duygusu ve Batılı toplumlara yönelik yabancılık hissi, home grown teröristlerinin Avrupa genelinde ortak özelliklerinden sayılır.

Avrupa genelinde radikal örgütlerin şekillenmesinde dikkat çeken önemli bir nokta ise bu örgütlerin konsantre bir yapılanmaya sahip olmamalarıdır, nitekim bu durum Avrupa ülkeleri için terör sorununu ikiye katlanan bir etkendir.

Avrupa ülkeleri sosyal güvenliklerini her şeyden ziyade home grown teröründen gelen tehlikenin tehdidi altında hissediyorlar. Bu konuda Danimarka istihbarat servisinin bir üyesi şöyle diyor: Danimarka ve diğer Avrupa ülkeleri için en büyük güvenlik tehdidi, El-Kaide’nin cihatçı ideolojisinden ilham alan Müslüman ve gayri müslim profesyonel olmayan ufak çetelerden gelir. Bu insanlar açık gizli terör eylemleri düzenliyor ve dışarıdan üzerlerinde hiç bir kontrol veya planlama veya destek bulunmuyor. Bunlar hedeflerini kendileri seçiyor, plan yapıyor ve sonunda da uyguluyor.

Söz konusu küçük ve bireysel terör çeteleri hakkında İngiliz istihbarat servisi şefi 2006 yılında Londra’da yaptığı konuşmada şöyle diyor: nefret duygusu yüzünden aktif teröre yönelin bir çok insan genellikle arkadaşları, yakınları, televizyon görüntüleri, chatroomlar, web siteleri veya sosyal paylaşım sitelerinin etkisi altında radikal ve köktenci oluyor.

Batılı uzmanlar gelecekte home grown terör tehdidi Amerika ve Avrupa ülkeleri için El-Kaide ve benzeri örgütlere kıyasla daha ciddi boyutlara ulaşacağını belirtiyor. Yine bir çok işaret, Avrupa Amerika’ya kıyasla daha fazla  El-Kaide ve IŞİD gibi sapkın ideolojilerinden etkilenen home grown terörünün eylemlerinin tehdidi altında olacağını gösteriyor.

Gerçi Batılı medya ve siyaset çevreleri ve hatta Batı’nın düşünce üreten merkezleri terör afetini göçmenlerden ayırt etmeye pek sıcak bakmıyor, fakat gerçek şu ki bu iki konuyu birbirine karıştırmak, Avrupa kıtasında sorunları daha da şiddetlendirmekten başka bir işe yaramıyor, nitekim bu zafiyet başlı başına göçmenlerin sorunu için yeni bir soruna dönüştüğü ve sonuçta göçmen sorunu ve ayrıca terör sorunu için iki ayrı sorun olarak mantıklı çözüm bulma işini zorlaştırdığı gözleniyor.