Eylül 10, 2016 13:57 Europe/Istanbul

Yavaş yavaş bazı ülkelerin yardım ekipleri gelmeye başladı. ben uzaktan hacıların nasıl adeta katliam edildiklerini ve yardım ekiplerinin onları kurtarmaya çalıştıklarını seyrediyordum.

Bu çaba gerçekten takdire şayandı. Sonunda ve facianın üzerinden iki saat geçtikten sonra Suud rejiminin yardım ekipleri de gelmeye başladı.

Geçen bölümlerde 2015 yılında düzenlenen Hac farizesi sırasında iki önemli hadiseyi, yani Mescid-i Haram’da devasa bir vinçin düşmesi ve Mina’da kurban bayramı gününde binlerce hacının katliam edilmesi olaylarını kısaca anlattık ve daha sonra geçen yıl Hac farizesine katılan Muhammed adındaki İranlı bir hacının Mina’da olay günü yaşadıklarını anılarını anlattık.

Şimdi Muhammed’in anılarına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Aşırı sıcaktan ve izdihamdan dolayı birbirinin üzerine yığılan hacılar bir bir ya bayılıyor, ya da vefat ediyordu. Ben de artık gücümü iyice yitirmiştim ve şahadet kelimelerini dile getirerek ölmeye hazırlandım. Kafamda babamı, annemi, eşimi ve çocuklarımı canlandırmaya çalışıyordum ve hepsinin hakkını helal etmelerini diliyordum. Öte yandan kendimin ve orada can veren diğer hacıların yarım kalan Hac farizesini ve bu büyük arzumun gerçekleşmediğini hatırlayınca çok üzüldüm. Tek arzum yüce Allah’ın yarım kalan Hac ibadetimi kabul etmesi ve adalet mahkemesinde bu cinayete sebebiyet verenlere hakettikleri cezayı vermesiydi.

O umutsuzluk anlarında kısa bir süreliğine gözlerimi açabildim, baktım bir kaç hacı uzaktan bize doğru geliyorlar. İçimde bir umut doğdu. Gelen hacılar hızla çalışıyor ve kalabalığın arasında hala hayatta olan hacıları dışarı çekiyordu. Ben de elimi kaldırdım ve birden sanki yüce Allah’ın eli bana uzanmış gibi oldu ve o el beni tutarak yukarı doğru çekti. Ben de tüm geriye kalan gücümle çabaladım ve inanılmaz bir şekilde yığılıp kalan kalabalığın arasından sıyrıldım. Aldığım ilk nefesin ardından hemen beni kurtaran hacı kardeşimi kucakladım ve ona teşekkür ettim, ama onun karşılık verecek fırsatı yoktu, çünkü daha kurtarılmayı bekleyen bir çok hacı vardı. Ben de halsiz vaziyette bir duvarın köşesine çekildim. Orada bir tek Suud yardım elemanı veya ambulansı yoktu. Bir anda hacılardan biri bana bir bardak su verdi. O sıcak diyardı ve kalabalığın onca baskısının ardından o su hayatımda bana verilen en değerli şeydi ve hayatımın en tatlı suyunu o anda içtim.

Yavaş yavaş bazı ülkelerin yardım ekipleri gelmeye başladı. ben uzaktan hacıların nasıl adeta katliam edildiklerini ve yardım ekiplerinin onları kurtarmaya çalıştıklarını seyrediyordum. Bu çaba gerçekten takdire şayandı. Sonunda ve facianın üzerinden iki saat geçtikten sonra Suud rejiminin yardım ekipleri de gelmeye başladı. oysa Suud yardım ekipleri facianın yaşandığı yere çok yakındı ve ayrıca bu tür olaylara müdahale etmek için yeterli imkanları da bulunuyordu.

Ancak bu yardımlar da pek fazla sürmedi ve olaydan üç saat sonra Suud güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu başka ülkelerin yardım ekipleri mağdurlara yaptıkları etkili yardıma karşın bölgeden uzaklaştırıldı ve böylece Suud güvenlik güçleri başkalarının gözünden uzak bir şekilde istedikleri her şeye yapmaları için imkan oluşturuldu.

Biraz kendime gelebildikten sonra oradaki yardım ekiplerinin yardımları ile kendi kafileme katıldım. Kafiledeki arkadaşlarım beni görünce çok sevindiler ve benden diğer arkadaşları sormaya başladılar, ama ben o kalabalıkta sorulan hacıların başına neler geldiğinden haberim yoktu. Bizim kafilede ve o caddede sıkışıp kalan 50 İranlı kafilede büyük bir hengame yaşanıyordu. Bir çok kadın eşini, oğlunu, kardeşini veya babasını kaybetmişti. Her an yeni ölüm haberleri geliyordu.

Suud rejimi facianın yaşandığı mekanı bir an önce eski haline geri getirmek için yerde yatan insanları ister ölü ister diri, toplayarak konteynerlere atmaya ve bölgeden uzaklaştırmaya başladı. yani bu iş, hala yaşayan ve kurtarılabilecek hacıların da katliam edilmesi anlamına geliyordu.

Mina faciasının kurbanları arasında iki ad çok dikkat çekiyordu. Bunlardan biri, İran’ın Lübnan’daki eski büyükelçisi Gazenfer Roknabadi idi ve özellikle Suud rejimi ondan hoşlanmıyordu ve diğeri ise hala Arafat’ta güzel tilavetini unutamadığımız İranlı seçkin kari Muhsin Hacı Hasani idi.

Bu faciadan sonra Hac farizesinin sonuna kadar hacıların arasında hüzün ve derin öfke hakimdi. Çeşitli ihtimaller gündemdeydi ki bunlardan biri Suud rejiminin kasten hoşlanmadığı İranlı hacılar için bu hadiseye sebebiyet vermesiydi. Ancak İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin kesin tavrı ve sert konuşmasının ardından geriye kalan hacılar sağ salim ama büyük hüzün ve keder içinde yurda döndü ve böylece Hac farizesinin hoş anılarının yerine eşe dosta büyük bir faciada yaşadıklarını anlattı.015