Temmuz 12, 2020 10:24 Europe/Istanbul

Bu bölümde Amerika'nın Barack Obama döneminde Kuzey Kore'ye yönelik siyasetlerini ele alacağız.

Kore savaşı Amerika'nın Asya kıtasında doğrudan, tam olarak müdahale ettiği ilk savaştı.  Soğuk Savaş bölgesel gerilimleri azaltsa da kore yarımadası  gerilimli bir bölge olarak kalmaya devam etti.  Bu gerilim ise Amerika eski başkanı Barack Obama döneminde yeni bir şekle büründü.   Barack Obama başkanlık seçim kampanyalarında  Güney Kore'nin Amerika'nın askeri ortağı, güçlü ekonomik ortağı ve de özgürlük ve demokratik değerleri paylaşan bir ortak olduğunu dile getirdi ve bu hususa vurgu yaptı. 

Amerika başkanı Barack Obama   Güney Kore ve Japonya ile Amerika'nın güvenlik hedeflerinin sağlanması için daha güçlü ittifakların kurulmasına vurgu yapıp Kuzey Doğu Asya'da barış ve istikrarından korunmasından söz etti.  Obama, Amerika ve Güney Kore'nin ortaklığını ve ittifakını  "olağanüstü başarılı ve güçlü ittifak " olarak nitelendirdi. Barack Obama bu ülke ile ilişkilerin Amerika'nın Doğu Asya güvenlik siyasetlerinin ekseninde yer aldığını belirtti. 

Barack Obama'dan önce ise oğul G.W. Bush ise  başkanlığının ikinci döneminde  Kuzey Kore'ye doğru  daha esnek bir siyaset izledi.  Bu yüzden de  Kuzey Kore 2008 Amerika başkanlık seçimlerini dikkatle izledi ve doğal olarak  Bush başkanlığının son yıllarında gösterilen esnekliğin Barack Obama döneminde de devam etmesini istedi. Obama ise seçim rekabetlerinde  Kore meselesine pek odaklanmamıştı. Sadece genel olarak  Güney Kore'den  söz edip Amerika ile ilişkileri hakkında konuşuyordu.  Bu da Kuzey Kore'nin pek hoşuna gitmeyen bir şeydi.  Ancak Kuzey Koreli diplomatlar  onun zaferinden bir kaç gün sonra   New York'ta Obama danışmanları ile görüştüler.  Ayrıca Amerika dönem dışişleri bakanı  Hillary Clinton da Bush'un tek yanlı siyasetlerini eleştirmesine rağmen  onun tüm diplomatik ve siyasi çalışmalarını reddetmediğini açıkladı.  Bu çerçevede Barack Obama hükümeti de altı taraflı müzakerelere olumlu bakıyordu. 

Kimi uzmanlar ise   Obama'nın Kuzey Kore'ye yönelik siyasetlerinin büyük oranda Bush'un siyasetlerine benzeyeceğini tahmin ediyorlardı.  Aslında bu siyasetin sloganı " yarım olarak elde edilen başarının yenilgiden daha iyi olduğu "idi.   Bu siyasete dayalı olarak  Pyongyang'ın yarım ve eksik olarak  taahhütlerini yerine getirmesi müzakerelerin devamını getirdi.  

Bu yaklaşımı destekleyenler  nükleer kriz ve zenginleştirme krizine odaklanmayı zaruri görüyorlardı.  Onlar  Obama ve dönem Kuzey Kore liderinin  geçmişte görülmemiş  bir oturum düzenleyebileceklerini bile öne sürüyorlardı.   Ancak  buna karşı görüşe sahip olanlar  liderlerin toplantısının bile Kuzey Kore'nin yaklaşımını değiştirmeyeceğini belirttiler. Muhalifler ayrıca Obama'nın  Kuzey Kore'nin işbirliği yapacağı hakkındaki düşüncelerinin doğru olmadığını belirttiler. 

Kuzey Kore ile müzakere yaklaşımına karşı çıkanlar  Bush'un da hükümetinin son iki yılında Kuzey Kore'ye esnek davranıp geri adım attığını söylüyorlardı.   Bu çerçevede  müzakerelerde ilerleme iddialarının da sonuçsuz kaldığına işaret ediyorlar. Müzakere karşıtları  Obama'nın Senato'daki üyeliği döneminde  Kuzey Kore'nin  nükleer ve füze gücü ile ilgili raporlarının sunulması hakkında  şöyle dediğini hatırlatıyorlardı:" Kuzey Kore'ye baskılarımızın önemli bir aracı da yaptırımlardır.  Bu yaptırımlar sırf Kuzey Kore'nin yaptığı girişimlere göre değişebilir.  Hızlı bir şekilde yeni kısıtlamalara doğru hareket etmeliyiz.  "  Buna rağmen   Pyongyang taahhütlerini yerine getirmediği  zaman, yanlış ve doğru olmayan bir bildiri hazırladığında  Barack Obama Kuzey Kore'ye yeni cezalandırmaları onaylamadığını belirtti. 

Barack Obama ayrıca  sıkı bir doğrulama mekanizması sayesinde elde edilecek sonuçların  Kuzey Kore'nin isminin terörizm hamisi devletler ve ülkeler listesinden çıkabileceğini  belirtti.    Bu çerçevede Obama, Bush hükümetinin Kuzey Kore'nin ismini bu listeden  çıkarma siyasetini desteklemiş oldu. Halbuki Kuzey Kore tam olarak taahhütlerini yerine getirmemişti.     Obama'nın başkanlık törenininden bir hafta önceye kadar  Kuzey Kore dışişleri bakanlığı  bir bildiri yayımlayıp  Amerika hükümetinden  Kuzey Kore'nin nükleer faaliyetlerine yaklaşımını değiştirmesini istedi.   Kuzey Kore'nin Obama'nın değişim sloganına yönelik olumlu  yaklaşımı Amerika senatosunda da yankı buldu ve Hillary Clinton Senato'dan güven oyu alırken  Obama hükümetinin Kuzey Kore ile müzakereleri olumlu değerlendireceğini ve bu hususta hoşgörülü olduğunu belirtti. 

Obama ilk başta  "  Kuzey Kore ile " sürdürülebilir, dolaysız ve aktif diplomasiye " vurgu yaptı.   Obama Amerika'nın Kore yarımadasının  silahsızlandırılmasına bağlı olduğunu açıkladı.  Ancak aynı zamanda da   askeri seçeneğin masada olduğunu belirtti.  Obama bu seçeneğin   Kuzey Kore'nin nükleer silah programlarının tamamen kalkmasına kadar masada olacağını belirtti.  Ayrıca Kuzey Kore'nin Suriye ile ilişkilerinin geçmişinin de belirlendiğine vurgu yaptı.  

2009 Şubat'ında ise dönem dışişleri bakanı Hillary Clinton Doğu Asya ülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Çin'e ziyaretler gerçekleştirdi.  Yola çıkmadan da altı taraflı müzakerelere vurgu yapıp Amerika'nın  müzakerelerin ilerlemesi halinde ikili ilişkileri normalleştireceğini  ve Kuzey Kore ile daimi bir barış anlaşması imzalayacağını belirtti. Ancak  aynı günlerde  Kuzey Kore'nin füze denemeleri  ve iki Amerikan muhabirinin tutuklanması  Japon, Güney Kore'nin tepkilerine ve de Amerika'nın tehditlerine yol açtı ve siyasi ortamı gerilime sürükledi.  Aynı sıralarda ise Amerika'nın Güney Kore ile serbest ticaret imzalama çabaları da Kuzey Kore'nin tepkilerine yol açtı. 

Kuzey Kore'de iki Amerikalı muhabirin yargılanıp ceza alması  ve de füze ve nükleer denemeleri  Kuzey Kore ile Amerika'nın arasını iyice bozdu ve Amerika savunma bakanı Robert Gates'in de sert uyarılarına neden oldu.  Obama hükümeti   Kuzey Kore'yi isyancı olarak niteleyerek   bu ülkeyi  uluslararası toplumdan ayrı çalışan bir ülke olarak adlandırıp  Pyongyang'dan  stratejik bir seçim yapmasını istedi. 

Bu çerçevede Barack Obama hükümeti Kuzey Kore'ye şu seçimleri sundu.  Nükleer silah ve balistik füzelerin bırakılmaması halinde  yaptırımlar cezalandırılmalarına yol açacaktır.  Kuzey Kore ise bu yönde bir seçim yaptı ve Amerika da stratejik sabır stratejisini izlemeye başladı.  Gerçekte çok da yeni bir kavram olmayan bu strateji   Kuzey Kore'ye siyasi ve ekonomik baskıların arttırılması  ve sürdürülmesi anlamına geliyordu.   Bu çerçevede müzakerelerin devam etmesi için de açık kapı bırakıldı.  Başka bir ifade ile   Obama da selefleri gibi   masadaki seçeneklerden söz etti. 

Obama  ise Kuzey Kore hükümetini  isyancı tanımından yola çıkarak  uluslararası toplum çerçevesinden ayrı düşen bir ülke olarak niteledi ve Kuzey Kore'nin uluslararası nükleer silahları yasaklama kurallarına uymasına vurgu yapıp  bu şekilde normal bir ülkeye dönüşeceğini belirtti.   Böylece   Barack Obama dolaylı bir şekilde Kuzey Kore'nin dağılmakta olduğu bilgilerini veren Amerika istihbarat teşkilatı  raporlarını reddetmiş oldu.   Obama Kuzey Kore'nin artık nükleer güce sahip bir hükümete dönüştüğünü  düşünüyordu.  Gerçekte Obama  açık bir şekilde  Kuzey Kore'yi davranış değişikliğine zorlamak istiyordu ve rejimin değişmesine pek odaklanmamıştı.  

Gerçekte Obama hükümeti  Clinton ve Bush başkanlıkları döneminde gösterilen sert ve mutlak tepki yaklaşımını bir kenara bırakmıştı.   Ancak  Obama yine de Kuzey Kore'ye yönelik yaptırımlarına güçlü bir şekilde devam etti.  Sonuçta   Kuzey Kore  de nükleer denemelerini başlattı ve askeri hareketliliğini de arttırdı.  2009 yılında  nükleer denemesi, Güney Kore'ye ait  Çeonan kruvazörü 2010 yılının başlarında  batırmak,  Güney Kore kontrolündeki  Yeong-pyeong adasını bombardıman etmesi bu hasmane girişimlerdendi. 

Amerika, Britanya ve Güney Kore'den uzmanlar ise  Kuzey Kore'nin Yeono denizaltısından  atılan torpidoların  Güney Kore kruvazörünün batmasına neden olduğu iddialarını  onayladılar.  Ancak bu iddia da açık bir şekilde Kuzey Kore tarafından reddedildi.  Her halükarda da Obama 13551 sayılı kararnameyi imzalayarak  Kuzey Kore'ye yönelik ekonomik yaptırımları arttırdı ve kendi seleflerine göre daha farklı bir siyaset izlemediğini gösterdi.

Bu sürecin devamında ise Pyongyang  Koreli ailelerin iki yılın ardından bir birleri ile görüşmelerine izin verdi.  Güney Kore cumhurbaşkanı Kim Jae Jung'un 2009 yılında ölmesinin ardından ve de 4 Güney Koreli balıkçının serbest bırakılması ile  Seul Kuzey Kore'nin bu girişimlerini memnuniyetle karşıladı.  Bu dönemde  Kuzey Kore  ekonomik ilişkilerin devam etmesi için de sınır kapılarını açtı. 

Kuzey Kore dönem lideri  Kim Jong İl ise  resmi olarak  Amerika'dan barış anlaşması hususunda müzakere yapmak için  talepte bulundu.  Aynı günlerde  Obama hükümeti üst düzey diplomatı ve Kore yarımadası meseleleri uzmanı Stephen Bosworth  ise  altılı müzakerelerin başlaması için Asya'da istişarelerde bulunuyordu.  Yukio Hatoyama liderliğindeki Japonya'nın ve iktidar partisinin de bu müzakerele hazır olduğu görülmekte idi. 

Obama da Nobl Barış Ödülünü aldıktan sonra  2009 yılında Güney Kore cumhurbaşkanı Li Miyung Bak  ile görüşmesinde  Güney Kore cumhurbaşkanını  müzakere sürecinde rol almaya  çağırdı ve Stephen Bosworth'un Kuzey Kore ile müzakerelere hazır olduğu açıklandı.   Bu çerçevede  Stephen Bosworth'un  Kuzey Kore'ye gitmesi koşulları hazırlandı.  Bu Amerikan makam Pyongyang makamları ile bir araya gelmesi ile krizin kısa süreliğine durdurulması ihtimali doğdu.  Ancak aynı dönemde  Güney Kore ve Amerika bölgede gerilimi tırmandıran bir başka tatbikat düzenlediler.  2011 Temmuz'unda  ise iki Kore diplomatları arasında  ACEAN bölgesel konferansı kulisinde gayrı resmi bir görüşme gerçekleşti. Bu çerçevede Amerika bir kez daha Kuzey Kore ile ikili müzakereler başlatmak istediğini belirtti. 

Kore yarımadası  meseleleri uzmanı Charles Richard ise bir grup uzman ile beraber Obama hükümetine  Kuzey Kore'ye yaptırım siyaseti uygulaması yerine   bu ülkenin sıradan halkı ile etkileşim kurma stratejisini izlemesini önerdiler.  Kuzey Kore'ye yönelik siyasetini stratejik sabır çerçevesinde yürüten  Barack Obama hükümeti  ise  Kuzey Kore'nin eski taahhütlerine geri dönmesini istedi. Ancak bu da gerçekleşmedi ve gerilimler iyice tırmandı.