Trump ve Kuzey Kore ile Nükleer Müzakereler-3
Bu bölümde Amerika'nın Barack Obama döneminde Kuzey Kore'ye yönelik siyasetlerini ele alacağız.
Kore savaşı Amerika'nın Asya kıtasında doğrudan, tam olarak müdahale ettiği ilk savaştı. Soğuk Savaş bölgesel gerilimleri azaltsa da kore yarımadası gerilimli bir bölge olarak kalmaya devam etti. Bu gerilim ise Amerika eski başkanı Barack Obama döneminde yeni bir şekle büründü. Barack Obama başkanlık seçim kampanyalarında Güney Kore'nin Amerika'nın askeri ortağı, güçlü ekonomik ortağı ve de özgürlük ve demokratik değerleri paylaşan bir ortak olduğunu dile getirdi ve bu hususa vurgu yaptı.
Amerika başkanı Barack Obama Güney Kore ve Japonya ile Amerika'nın güvenlik hedeflerinin sağlanması için daha güçlü ittifakların kurulmasına vurgu yapıp Kuzey Doğu Asya'da barış ve istikrarından korunmasından söz etti. Obama, Amerika ve Güney Kore'nin ortaklığını ve ittifakını "olağanüstü başarılı ve güçlü ittifak " olarak nitelendirdi. Barack Obama bu ülke ile ilişkilerin Amerika'nın Doğu Asya güvenlik siyasetlerinin ekseninde yer aldığını belirtti.
Barack Obama'dan önce ise oğul G.W. Bush ise başkanlığının ikinci döneminde Kuzey Kore'ye doğru daha esnek bir siyaset izledi. Bu yüzden de Kuzey Kore 2008 Amerika başkanlık seçimlerini dikkatle izledi ve doğal olarak Bush başkanlığının son yıllarında gösterilen esnekliğin Barack Obama döneminde de devam etmesini istedi. Obama ise seçim rekabetlerinde Kore meselesine pek odaklanmamıştı. Sadece genel olarak Güney Kore'den söz edip Amerika ile ilişkileri hakkında konuşuyordu. Bu da Kuzey Kore'nin pek hoşuna gitmeyen bir şeydi. Ancak Kuzey Koreli diplomatlar onun zaferinden bir kaç gün sonra New York'ta Obama danışmanları ile görüştüler. Ayrıca Amerika dönem dışişleri bakanı Hillary Clinton da Bush'un tek yanlı siyasetlerini eleştirmesine rağmen onun tüm diplomatik ve siyasi çalışmalarını reddetmediğini açıkladı. Bu çerçevede Barack Obama hükümeti de altı taraflı müzakerelere olumlu bakıyordu.
Kimi uzmanlar ise Obama'nın Kuzey Kore'ye yönelik siyasetlerinin büyük oranda Bush'un siyasetlerine benzeyeceğini tahmin ediyorlardı. Aslında bu siyasetin sloganı " yarım olarak elde edilen başarının yenilgiden daha iyi olduğu "idi. Bu siyasete dayalı olarak Pyongyang'ın yarım ve eksik olarak taahhütlerini yerine getirmesi müzakerelerin devamını getirdi.
Bu yaklaşımı destekleyenler nükleer kriz ve zenginleştirme krizine odaklanmayı zaruri görüyorlardı. Onlar Obama ve dönem Kuzey Kore liderinin geçmişte görülmemiş bir oturum düzenleyebileceklerini bile öne sürüyorlardı. Ancak buna karşı görüşe sahip olanlar liderlerin toplantısının bile Kuzey Kore'nin yaklaşımını değiştirmeyeceğini belirttiler. Muhalifler ayrıca Obama'nın Kuzey Kore'nin işbirliği yapacağı hakkındaki düşüncelerinin doğru olmadığını belirttiler.
Kuzey Kore ile müzakere yaklaşımına karşı çıkanlar Bush'un da hükümetinin son iki yılında Kuzey Kore'ye esnek davranıp geri adım attığını söylüyorlardı. Bu çerçevede müzakerelerde ilerleme iddialarının da sonuçsuz kaldığına işaret ediyorlar. Müzakere karşıtları Obama'nın Senato'daki üyeliği döneminde Kuzey Kore'nin nükleer ve füze gücü ile ilgili raporlarının sunulması hakkında şöyle dediğini hatırlatıyorlardı:" Kuzey Kore'ye baskılarımızın önemli bir aracı da yaptırımlardır. Bu yaptırımlar sırf Kuzey Kore'nin yaptığı girişimlere göre değişebilir. Hızlı bir şekilde yeni kısıtlamalara doğru hareket etmeliyiz. " Buna rağmen Pyongyang taahhütlerini yerine getirmediği zaman, yanlış ve doğru olmayan bir bildiri hazırladığında Barack Obama Kuzey Kore'ye yeni cezalandırmaları onaylamadığını belirtti.
Barack Obama ayrıca sıkı bir doğrulama mekanizması sayesinde elde edilecek sonuçların Kuzey Kore'nin isminin terörizm hamisi devletler ve ülkeler listesinden çıkabileceğini belirtti. Bu çerçevede Obama, Bush hükümetinin Kuzey Kore'nin ismini bu listeden çıkarma siyasetini desteklemiş oldu. Halbuki Kuzey Kore tam olarak taahhütlerini yerine getirmemişti. Obama'nın başkanlık törenininden bir hafta önceye kadar Kuzey Kore dışişleri bakanlığı bir bildiri yayımlayıp Amerika hükümetinden Kuzey Kore'nin nükleer faaliyetlerine yaklaşımını değiştirmesini istedi. Kuzey Kore'nin Obama'nın değişim sloganına yönelik olumlu yaklaşımı Amerika senatosunda da yankı buldu ve Hillary Clinton Senato'dan güven oyu alırken Obama hükümetinin Kuzey Kore ile müzakereleri olumlu değerlendireceğini ve bu hususta hoşgörülü olduğunu belirtti.
Obama ilk başta " Kuzey Kore ile " sürdürülebilir, dolaysız ve aktif diplomasiye " vurgu yaptı. Obama Amerika'nın Kore yarımadasının silahsızlandırılmasına bağlı olduğunu açıkladı. Ancak aynı zamanda da askeri seçeneğin masada olduğunu belirtti. Obama bu seçeneğin Kuzey Kore'nin nükleer silah programlarının tamamen kalkmasına kadar masada olacağını belirtti. Ayrıca Kuzey Kore'nin Suriye ile ilişkilerinin geçmişinin de belirlendiğine vurgu yaptı.
2009 Şubat'ında ise dönem dışişleri bakanı Hillary Clinton Doğu Asya ülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Çin'e ziyaretler gerçekleştirdi. Yola çıkmadan da altı taraflı müzakerelere vurgu yapıp Amerika'nın müzakerelerin ilerlemesi halinde ikili ilişkileri normalleştireceğini ve Kuzey Kore ile daimi bir barış anlaşması imzalayacağını belirtti. Ancak aynı günlerde Kuzey Kore'nin füze denemeleri ve iki Amerikan muhabirinin tutuklanması Japon, Güney Kore'nin tepkilerine ve de Amerika'nın tehditlerine yol açtı ve siyasi ortamı gerilime sürükledi. Aynı sıralarda ise Amerika'nın Güney Kore ile serbest ticaret imzalama çabaları da Kuzey Kore'nin tepkilerine yol açtı.
Kuzey Kore'de iki Amerikalı muhabirin yargılanıp ceza alması ve de füze ve nükleer denemeleri Kuzey Kore ile Amerika'nın arasını iyice bozdu ve Amerika savunma bakanı Robert Gates'in de sert uyarılarına neden oldu. Obama hükümeti Kuzey Kore'yi isyancı olarak niteleyerek bu ülkeyi uluslararası toplumdan ayrı çalışan bir ülke olarak adlandırıp Pyongyang'dan stratejik bir seçim yapmasını istedi.
Bu çerçevede Barack Obama hükümeti Kuzey Kore'ye şu seçimleri sundu. Nükleer silah ve balistik füzelerin bırakılmaması halinde yaptırımlar cezalandırılmalarına yol açacaktır. Kuzey Kore ise bu yönde bir seçim yaptı ve Amerika da stratejik sabır stratejisini izlemeye başladı. Gerçekte çok da yeni bir kavram olmayan bu strateji Kuzey Kore'ye siyasi ve ekonomik baskıların arttırılması ve sürdürülmesi anlamına geliyordu. Bu çerçevede müzakerelerin devam etmesi için de açık kapı bırakıldı. Başka bir ifade ile Obama da selefleri gibi masadaki seçeneklerden söz etti.
Obama ise Kuzey Kore hükümetini isyancı tanımından yola çıkarak uluslararası toplum çerçevesinden ayrı düşen bir ülke olarak niteledi ve Kuzey Kore'nin uluslararası nükleer silahları yasaklama kurallarına uymasına vurgu yapıp bu şekilde normal bir ülkeye dönüşeceğini belirtti. Böylece Barack Obama dolaylı bir şekilde Kuzey Kore'nin dağılmakta olduğu bilgilerini veren Amerika istihbarat teşkilatı raporlarını reddetmiş oldu. Obama Kuzey Kore'nin artık nükleer güce sahip bir hükümete dönüştüğünü düşünüyordu. Gerçekte Obama açık bir şekilde Kuzey Kore'yi davranış değişikliğine zorlamak istiyordu ve rejimin değişmesine pek odaklanmamıştı.
Gerçekte Obama hükümeti Clinton ve Bush başkanlıkları döneminde gösterilen sert ve mutlak tepki yaklaşımını bir kenara bırakmıştı. Ancak Obama yine de Kuzey Kore'ye yönelik yaptırımlarına güçlü bir şekilde devam etti. Sonuçta Kuzey Kore de nükleer denemelerini başlattı ve askeri hareketliliğini de arttırdı. 2009 yılında nükleer denemesi, Güney Kore'ye ait Çeonan kruvazörü 2010 yılının başlarında batırmak, Güney Kore kontrolündeki Yeong-pyeong adasını bombardıman etmesi bu hasmane girişimlerdendi.
Amerika, Britanya ve Güney Kore'den uzmanlar ise Kuzey Kore'nin Yeono denizaltısından atılan torpidoların Güney Kore kruvazörünün batmasına neden olduğu iddialarını onayladılar. Ancak bu iddia da açık bir şekilde Kuzey Kore tarafından reddedildi. Her halükarda da Obama 13551 sayılı kararnameyi imzalayarak Kuzey Kore'ye yönelik ekonomik yaptırımları arttırdı ve kendi seleflerine göre daha farklı bir siyaset izlemediğini gösterdi.
Bu sürecin devamında ise Pyongyang Koreli ailelerin iki yılın ardından bir birleri ile görüşmelerine izin verdi. Güney Kore cumhurbaşkanı Kim Jae Jung'un 2009 yılında ölmesinin ardından ve de 4 Güney Koreli balıkçının serbest bırakılması ile Seul Kuzey Kore'nin bu girişimlerini memnuniyetle karşıladı. Bu dönemde Kuzey Kore ekonomik ilişkilerin devam etmesi için de sınır kapılarını açtı.
Kuzey Kore dönem lideri Kim Jong İl ise resmi olarak Amerika'dan barış anlaşması hususunda müzakere yapmak için talepte bulundu. Aynı günlerde Obama hükümeti üst düzey diplomatı ve Kore yarımadası meseleleri uzmanı Stephen Bosworth ise altılı müzakerelerin başlaması için Asya'da istişarelerde bulunuyordu. Yukio Hatoyama liderliğindeki Japonya'nın ve iktidar partisinin de bu müzakerele hazır olduğu görülmekte idi.
Obama da Nobl Barış Ödülünü aldıktan sonra 2009 yılında Güney Kore cumhurbaşkanı Li Miyung Bak ile görüşmesinde Güney Kore cumhurbaşkanını müzakere sürecinde rol almaya çağırdı ve Stephen Bosworth'un Kuzey Kore ile müzakerelere hazır olduğu açıklandı. Bu çerçevede Stephen Bosworth'un Kuzey Kore'ye gitmesi koşulları hazırlandı. Bu Amerikan makam Pyongyang makamları ile bir araya gelmesi ile krizin kısa süreliğine durdurulması ihtimali doğdu. Ancak aynı dönemde Güney Kore ve Amerika bölgede gerilimi tırmandıran bir başka tatbikat düzenlediler. 2011 Temmuz'unda ise iki Kore diplomatları arasında ACEAN bölgesel konferansı kulisinde gayrı resmi bir görüşme gerçekleşti. Bu çerçevede Amerika bir kez daha Kuzey Kore ile ikili müzakereler başlatmak istediğini belirtti.
Kore yarımadası meseleleri uzmanı Charles Richard ise bir grup uzman ile beraber Obama hükümetine Kuzey Kore'ye yaptırım siyaseti uygulaması yerine bu ülkenin sıradan halkı ile etkileşim kurma stratejisini izlemesini önerdiler. Kuzey Kore'ye yönelik siyasetini stratejik sabır çerçevesinde yürüten Barack Obama hükümeti ise Kuzey Kore'nin eski taahhütlerine geri dönmesini istedi. Ancak bu da gerçekleşmedi ve gerilimler iyice tırmandı.