Haziran 22, 2021 07:49 Europe/Istanbul

Bu bölümde kitabın tarihi seyrini ve antik kültürlerdeki konumunu ele alacağız.

Sümer, Mısır ve Yunan medeniyetleri, kitabın icat edilmesi ve evrilmesinde  temel rol oynamışlardır.  Sümerliler  yazı ve kitabın ilk şekillenme sürecini başlatmıştır.  Ardından Mısırlılar ve sürecin devamında da Yunanlar büyük katkıda bulunmuşlardır.  Yunanlar ve Rumlar   farklı bilim dallarında  çok büyük gelişmelere imza atıp  kitap ve yazımın da gelişmesinde büyük rol oynamışlardır.  Hristiyanlık ve İslam da   büyük medeniyetler kurarak  kitabet ve kitabın gelişmesinde mihenk taşı sayılıyorlar. 

Yunan kültürünün belirgin yanı her zaman edebiyatı olmuştur. Yunan medeniyeti bu yüzden  klasik veya altın çağ olarak tanınmaktadır.   Yunan'da kitap ve kütüphanenin ortaya çıkış devri ise milat öncesi  2 bin yıllarına dayanmaktadır.  Bu dönemde Yunanlar  yazmak için yaprak ve ağaç kabuğu kullanırlardı.  Helenik Yunanistan döneminde yani  milat öncesi 323'te İskender'in ölümünden  Rumların galip gelmesine dek dönemde  ceylan postu ve buzağı derisi kitabet ve yazmak için kullanılırdı. 

 Aristo Yunanistan'da  kütüphane yaptıran ilk  tanınmış isimdi.  Antik Yunanistan'da görece kavram olarak  kütüphaneyi temsil eden ilk kütüphane böylece tesis edildi.   O dönemde en büyük kütüphaneler  Mısır'daki İskenderiye'de  ve Sarapis mabedinde bulunuyordu.  Antik Yunan'da   kütüphanelerin çoğu  özel, kraliyete bağlı ve devlete bağlı olarak yönetiliyordu.  Yunanların kültürel özelliklerinden biri de  günümüz kavramındaki alfabeleri  icat etmeleri idi. Gerçekte Fenikeliler  sırf  sessiz alfabeyi icat ettiler ardından da Yunanlılar  seslileri de bu alfabeye ekleyerek  Yunan alfabesini ortaya çıkardılar ve gerçekte bir yeniliğe imza attılar.  Mevcut tüm Avrupa dillerinin alfabeleri bu Yunan alfabesinden  kaynaklanmıştır. 

Son araştırmalar  Roma imparatorluğu  kültürünün  Yunan kültürünün devamı olduğunu gösteriyor.  Romalılar da  Yunanlar gibi  yazmak için  sonraları papirüsten, ceylan ve buzağı derisi gibi hayvanlardan yararlanırlardı.  " Plutarhos'un Bilinen İsimlerinin Hayatı" isimli kitabın ifadelerine göre  o dönemin en bilinen kütüphanesi de  Lukulus kütüphanesi idi. 

Kamuya açık olan kütüphaneler ise  Antik Roma İmparatorluğu döneminde  kuruldu.  Julius Sezar  imparatorluğunun başkenti Roma'da bu tür kütüphanelerin  kurulması talimatını verdi.   Gerçi bu talimatı uygulanmadan önce hayatını kaybetti ve kendi gözleri ile bu başarılı adıma şahit olamadı. Ancak  milat öncesi 39 yılında  ilk kamu kütüphanesi  Harriye Mabedinde Asi Niyus Poliyon tarafından kuruldu.  Roma'da Agustos imparatorluğu döneminde iki büyük kütüphane daha  kuruldu. Biri milat öncesi 28'de  kurulan Palatin Kütüphanesi ve diğeri de  İmparatorun kız kardeşi Oktavin'e bağlı Mart tanrıçası meydanında bulunan Oktavin kütüphanesi idi. 

Batı Asya bölgesinde bulunan en eski kütüphane ise  İble kütüphanesidir.  Bu kütüphane   Halep şehrinin Güney Batısına 55 kilometre uzaklıkta  Tel Merdih'te bulunmaktadır.  1964 ve 1974 yılında  Roma Üniversitesi uzmanları  özel bir kitap bölümüne sahip kraliyet sarayını buldu.  Burada  17 bin kadar çivi ve yerli İbli dili ile yazılan  kil yazıtlar ve tabletler bulundu. 

Bu saray  milat öncesi 2 bin 550 yılında  yanması yüzünden yok oldu ve artık restore edilmedi.  Bu bağlamda bilim adamları ve arkeologlar  bu kraliyet sarayını tekrar  tasarlamak için yeterli belgeye erişmişlerdir.  Bu sarayda    taş ve ahşap raflardan eserlere rastlanmıştır.  Dikey olarak görülen kutular ağır kil yazıtları içlerinde barındırmaktadır.   Bu kil yazıtların ve tabletlerin çoğu  idari, yasal ve devlete bağlı işler ile ilgili yazılar içermektedir.  Ayrıca eserler arasında tarihi, ticari, şarkılar, edebiyat, ve Sümer ve yerli İbli dili ile ilgili eserler de bulunmaktadır. 

Dünyadaki eski kütüphanelerden biri de    Çin ve Hindistan'daki kütüphanelere değinmek mümkün.   Hindistan'da  bilim öğrenme ihtiyaçlarının artması ile çeşitli kütüphaneler kurulmuştur.  Bunlar arsında  Nalanda ve Taksilla kütüphanelerine değinmek mümkün.  Nalanda kütüphanesindeki  eserler hurma ağacı yapraklarına el  ile yazılmış, kumaşlar ile sarılmış ve taş veya tuğla raflarda tutulmaktadır. 

Çin'in  en eski kütüphanesi de  milat öncesi 7'inci yüzyılın büyük filozofu Laozi'nin başında bulunduğu Çu hanedanına ve kraliyetine ait kütüphanedir.     Laozi,   özel kütüphaneler ve mabetlere adamlarını gönderip  oradaki kitapları kopyalamalarını ve imparatorluk kütüphanesine getirmelerini istedi.  Bu girişim, aslında bu kütüphanenin daha sonraki devlet kütüphanelerine örnek oluşturdu. 

 Bununla birlikte, İslam'da da kitabın konumunun farklı bir hikayesi vardır. Vahyin de oku emri ile başlaması ve de Kuran-ı Kerim'de kaleme yemin edilmesi  okuma ve yazmanın İslam nezdinde ne denli önemli olduğunu göstermektedir.   İslam mensuplarının  okuma ve yazmaya yönelmesi hep  bu parlak düşüncenin eseri olmuştur.  Buna ilaveten mashaf yazmaya da işaret etmek lazım.   Bunu başka bir fırsatta tartışacağız . 

Müslümanların Kuran'a olan özel ilgisi, onları yüzlerce yıldır bu ilahi kitabın yazımında ve süslemesinde en hassas ve kusursuz sistemleri ve kuralları kullanmaya yöneltmiştir. Buna ek olarak, binlerce gerçekten seçkin el yazma eserlerinin yaratılması, ciltçilik tarihinde bir dönüm noktası oldu. Sonuçta Müslümanlar el yazma ve el yazısı tekniklerini başkalarına da öğretti. 

Kuran-ı Kerim, insanları yaratılış felsefesine dikkat etmeye ve iman getirmeye davet etmesinin ardından , insanları daha iyi ve daha çok düşünme ve öğrenme için seferber ediyor. Bu semavi kitapta, insanlar defalarca düşünmeye ve akıl yürütmeye teşvik edilmiş, cehalet ve cahillik kınanmış, cahil ve düşüncesiz insanlar binekler ve hayvanlar gibi kabul edilmiştir. Bu ifadeler, halk nezdinde ve toplumun bir kesimi arasında bilimin ve düşüncenin değerini artırmıştır. Din adamları da bilim ve ilim öğrenme konusunda birçok tavsiyede bulunmuştur.

Bu nedenlerden dolayı, kitaplar ve yazı, tarih boyunca İslam dininde ve onun mensupları gözünde büyük bir değere sahip olmuş ve İslam topraklarında kitapların artması ve kütüphane inşası üzerinde olumlu bir etki yapabilmiştir.

İslami dönemde Hicretin ilk yüzyılında bölgede üç kütüphane daha çok tanınıyordu.  İlki, Bağdat'taki Dar-ul Hikme adlı bir kütüphaneydi. Abbasi halifeleri İslam dünyasının başkentini Şam'dan Bağdat'a taşımıştı. Böylece bu kütüphane, Bağdat'ta kuruldu ve bir astronomik gözlemevini de kapsadı.  Kütüphane, İslam dünyasının her yerinden bilim adamlarına ve halka açıktı. Dar-ul Hikme kütüphanecileri, görece olarak bilimler hakkında bilgiye sahip olan ve kitap hakkındaki bilgileri nedeniyle seçilen büyük bilim adamlarıydı. Faaliyetleri bilimsel kitapların toplanması ve çevrilmesi alanındaydı. Sonuçta bu kütüphane Moğolların Bağdat işgaline kadar açıktı.

Yıllar sonra Mısır'da Fatımi halifeleri, milat sonrası dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda Kahire'de Bağdat'ın Dar-ul Hikme'sine  benzer bir kültür merkezi kurmaya çalıştılar. Kütüphane 1004 yılında  kuruldu ve bu kütüphanenin açılmasından yaklaşık altmış yıl sonra dönemin büyüklerinden Ebulferec, askerlerinin masraflarını ve maaşlarını ödeyebilmek için 25 deve yükü kadar kitapları sattı. Birkaç ay sonra ise Türk birlikleri Halife'nin ordusunu bozguna uğrattı, Dar-ul İlim kütüphanesine saldırdı ve onu yağmaladı. Askeri müfrezeler yüksek kaliteli deri kitap kapaklarını yırttı ve kendilerine ayakkabı yaptı. El yazmaları ise Kahire yakınlarında yakıldı. Bu olaydan sonra burası uzun süre "Kitap Tepesi" olarak biliniyordu.

İslam dünyasının üçüncü büyük kütüphanesi İspanya'nın Kordoba eyaletinde inşa edildi. Müslümanlar Hicri Kameri 92 yılında İspanya'ya girdiler ve İspanya'nın başkenti Cordoba'da ve diğer şehirlerde gelişmiş bir medeniyet kurdular.  Hekim Sani, insanları İslam dünyasındaki kitap pazarlarına göndererek kitapların nüshalarını toplayıp bu kütüphaneye getirtti. Kütüphanede bazı nüshacıların, ciltçilerin ve tezhipçilerin çalıştığı odalar bile vardı.

Bu büyük hükümet merkezlerinin yanı sıra İslam dünyasının ilk büyük  kütüphaneleri camilerde ortaya çıktı. Kutsal bir ibadet yeri olmanın yanı sıra, camiler de öğretmek ve çalışma ve tartışma için çevreler oluşturmak için iyi bir yerdi. Bu süreç o kadar gelişti ki  kütüphanesi olmayan bir cami veya bilimsel bir temeli olmayan cami bulmak zor bir hal almıştı. Bu şekilde, farklı yaşam alanlarından farklı gruplar bu fırsattan yararlandı.

İslam dünyasında kitap yazma, hazırlama ve tercüme etme sürecinin başlamasından itibaren Müslüman yazarlar eserlerini kamusal kullanım için camilere adadılar. Böylelikle camilerde yaygın olarak bulunan Kuran-ı Kerim'e ek olarak hadis, tefsir, biyografi, içtihat ve ilahiyat kitapları ile geçmiş alimlerin çevrilmiş eserleri de halka sunulmaya başlandı.

Abu Ali Sina, 11'inci yüzyılda yaşamış büyük bir İranlı bilge, filozof, doktor ve bilim adamıdır. Batı dünyasındaki bu büyük bilge, Avicenna olarak bilinir ve "Doktorların Prensi" olarak tanınır. Hekim İbni Sina, birçoğu tıp, hikmet ve felsefe ile ilgili olan çeşitli alanlarda 450 kadar çok değerli kitap yazmıştır.

İbni Sİna, döneminin kraliyet kütüphaneleri ile ilgili  ilginç bir hikaye anlatıyor ve öğrencisi Ebu Ubeyd Cuzcani için anlattığı biyografisinde  Samani saray kütüphanesi ile ilgili şunları okuyor: "Orada gördüğüm ve okuduğum çeşitli kitapları, kimse adını duymamıştı bile. Zaten bu yüzden o kitapları okudum ve onlardan faydalandım ... On sekiz yaşına geldiğimde tüm bu bilimleri öğrenmiştim  ve o zamandan beri bana hiçbir şey yeni gelmedi. "

Etiketler