Ekim 01, 2016 12:50 Europe/Istanbul

Kutsal savunma yılları acı tatlı bir çok anılarla beraber geçti. O günlerde İran milleti saldırgan baas rejimine karşı birlik ve beraberlik ruhunu taşıyordu.

O yıllarda herkes arenaya çıktı. Herkes, hangi yaşta ve hangi düşünce ve inançta olursa olsun aynı eksen etrafında birleşiyordu, o da savaşın herkesin kaderi olmasıydı. Herkes bu yüzden omuz omuza olmak ve düşman karşısında tek bir saf kurmak gerektiğini düşünüyordu. Ve işte böylece ordu, gönüllü seferberler ve İslam inkılabı muhafızlar ordusu, tüm herkes var gücüyle düşman karşısında durdu ve baas ordusunu ve hamilerini İran topraklarından atmadan yerinde durmadı.

Biz de o yılların anısına sizler için özel bir program hazırladık ve kutsal savunmaya ayrı bir açıdan bakmaya çalıştık.

21 Eylül günü, Saddam ve baas rejimi İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı topyekün bir savaş başlattığı gündü. Saldırgan saddam rejiminin ordusu Eylül 1980’de Tahran’ı bir haftada fethetme hayali ile 12 piyade tüm, 15 tugay, 4500 tank ve zırhlı araç, 360 savaş uçağı, 400 askeri helikopter ve türlü silahlarla İran’a karşı saldırıya geçti.

Peki ama, bu savaş neden ve nasıl başladı, hangi hedeflerin peşindeydi, Saddam’a ne gibi destekler verildi ve bugün o günlere hangi açıdan bakmak gerekir? Acaba tehditler sona mı erdi?

Amerika’nın İran’a yönelik düşmanlıkları ve komploları, İslam inkılabı zafere kavuştuğu ilk günden itibaren başladı ve zamanla genişledi. Küresel istikbar güçleri de kendi aralarındaki onca sürtüşme ve rekabete rağmen tek bir hedefte birleşiyordu, o da İslam inkılabını kendilerine yönelik ciddi bir tehdit gibi algılamalarıydı. Çünkü İslam inkılabı küresel güçlerin sultasına hayır düşüncesi ile doğmuştu. İşte bu yüzden tüm istikbar güçleri İslam inkılabına karşı birlik oldu ve İran İslam Cumhuriyeti nizamını devirmek için komplolar kurmaya başladı. küresel istikbar güçleri yazılmamış bir anlaşma çerçevesinde ve İslam inkılabını hezimete uğratmak amacıyla İran’a Saddam’ı destekleyerek topyekün bir savaş dayattı.

Aslında Saddam İran’a karşı savaş başlatmak için sınır anlaşmazlığını ileri sürmüştü, fakat olayın iç yüzünde küresel güçlerin Saddam’a verdikleri vaatler ve onu bölgenin tek gücü yapmak ve İran’ı bölgenin arenasından silmek vardı. Nitekim Saddam’ın bencilliği ve ahmaklığı da savaşı yönetenlerin işini kolaylaştırmıştı. Kuşkusuz Saddam’ın iktidar hırsı ve tabi ahmakça saflığı Amerika’nın yeşil ışık yakmasıyla beraber İran’a karşı saldırıya geçme zeminini hazırladı. Böylece küresel güçler de bölgesel ve uluslararası düzeyde kurdukları ittifakla Saddam rejimini desteklemeye başladı.

Gerçi Amerika ile Irak arasında diplomatik ilişkiler 1967 yılında kesilmişti, ancak Amerika’ın Irak’taki çıkarlarını koruyan büro Bağdat’ta hemen harekete geçti ve böylece Saddam’ı savaşı başlatmak için teşvik etmeye başladı.

Amerika’nın Newyork Times gazetesi Irak ordusu saldırıya geçmeden önce Nisan 1980’de Washington yönetiminin bu bağlamda hazırladığı ve adım adım uyguladığı planlarını ifşa ederek şöyle yazdı:

Bazıları Irak gibi güçlü bir ülke ile savaşın ufku İran’ı, politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorlayabileceğini düşünüyor.

Savaşın başında Irak topraklarına art arda gizli ziyaretlerde bulunan Amerika milli güvenlik danışmanı Berjinski, 7 Haziran 1980’de Saddam’la görüştükten sonra verdiği demeçte şöyle dedi: Biz Amerika ile Irak arasında ciddi bir sakıncı görmüyoruz. Bizce Irak bağımsız olmak istiyor ve Fars körfezinde güvenliği arzu ediyor ve Amerika ile Irak ilişkilerinin gevşeyeceğini düşünmüyoruz.

Berjinski bir başka yerde de İslam inkılabı ve ABD üzerindeki tesirleri hakkında şöyle diyordu: İran’ın stratejik konumu Batı için o kadar önemli ki Amerika her ne şekilde olursa olsun, hatta askeri operasyonla İran’ın elden gitmesine mani olması gerekiyor.

Amerika’nın Virjinia üniversitesi William Mary koleji Başkanı ve siyasal bilimler hocası James Bill, İran’a dayatılan savaşın sebebini, Fars körfezinde üstünlük sağlama ve bu bölgeye musallat olma yönünde siyasi rekabet ve sürtüşme şeklinde değerlendiriyor.

Aynı tezi Amerika’nın eski Başkanı Richard Nicson İran ve Irak savaşı hakkında başka türlü beyan etti. Nicson, Amerika’nın 1970’li yıllarda stratejisi radikal Irak’ı İran’a dayanarak kontrol altına almaktan ibaret olduğunu, ancak 1980 yılından sonra Amerika İslam inkılabını kontrol altına almak için Irak’a dayandığını ve buna göre Irak’ın İran’a karşı savaşını tasarlığını ve savaş bu amaçla başladığını kaydetti.

Bu görüşlerin tümü, Saddam’ın bireysel ve kişisel özellikleri ve Irak’ın jeo politik meseleleri itibarı ile şah rejiminin devrilmesinden doğan güç boşluğunu ve Ortadoğu’da şekillenen yeni süreci kendisini üstün göstererek doldurmak istediğini ortaya koyuyor. Saddam’ın bu rüyası gerçekte bölgede askeri dengeyi sağlama tezine dayanıyordu. Eğer bugün bölgede hakim olan şartlara bakacak olursak, aynı kuruntuyu Suud rejiminin İran ile rekabette yaşadığı göze çarpıyor.

Bölgede güç dengeleri İslam inkılabı zafere kavuşmadan önce görecede İran’ın lehineydi, fakat bu üstünlük İran’ın Amerika’nın bölgede çıkarlarını koruyan jandarması şeklinde tanımlanmıştı ve bu da Irak veya Arabistan gibi ülkeler için sindirilmesi zor olan bir dengeydi. Dolaysıyla Amerika’nın yeni hesaplarına göre Saddam’ın savaşı kazanması ve İslam Cumhuriyeti nizamını devirerek bölgede İran’ın eski rolünü üstlenmesi gerekiyordu.

Kuşkusuz savaşın sonuçları ile ilgili tahminler Saddam için çok cazip ve vesvese ediciydi ve İran’ın diğer düşmanları için de çok umut verici gözüküyordu. Bazı tahminler, İslam Cumhuriyeti nizamının bir haftadan daha az bir sürede devrilmesi yönündeydi. Bu öngörü ise dünyanın hiç bir süper gücünün inkılapçı bir nizamla yönetilen İran’ı desteklemeyeceği tezine dayanıyordu, fakat bu öngörü hiç bir zaman gerçekleşmedi.

Öte yandan Irak’ın İran’a dayattığı savaşın bir bakıma iki ülke arasındaki eski rekabetlerin etkisi altında ve İslam inkılabından önce var olan eski yaraların yeniden kanaması yüzünden başladığı söylenebilir.

Amerikalı stratejik etüt merkezi Başkanı ve Pentagon’un askeri meseleler uzmanı Antony Kurtsman şöyle diyor: İran ve Irak savaşıiki kültür ve Arap ve Acem milletleri arasındaki tarihi ihtilaflar ve askeri ve kültürel etkenler ve iki devletin liderlerinin farklı dünya görüşü ve Ervend ırmağı üzerindeki coğraf ihtilaflar ve kara sınırları boyunca önemli savunma noktaları üzerindeki kontrol gibi bileşenlerin sonucudur.

Kurtsman iki ülke arasındaki sınır anlaşmazlığından başka İran ve Irak’ın birbirine yönelik düşüncelerine de işaret ederek şöyle devam ediyor: Iraklılar Fars körfezine musallat olmak ve o dönemde İran ile gerginliklerine son vermek için zora başvurmaları gerektiğini düşünüyordu.

Irak rejimi belki de şöyle bir kuruntuya düşmüştü ki İran’da inkılapla beraber İran’ın güneyinde Arap kavimleri kıştırtma ve Bulucistan ve Kürdistan ve sonuçta İran İslam cumhuriyetini devirme zemini hazırlanmıştı. Fakat bu varsayım, Saddam’ın psikolojisine pek uymuyordu. Saddam’ın sekiz yıl savaştan ve 598 sayılı kararnamenin uygulanmasının ardından ve Kuveyt topraklarına saldırmadan önce İran’a yazdığı mektup devrik diktatörün esasen başka hedeflerin peşinde olduğunu ortaya koydu. Saddam İran’ın dönem Cumhurbaşkanı Rafsancani’ye yazdığı mektupta, İran ve Irak arasındaki tüm eski anlaşmalara bağlı olduğunu belirtti. Saddam İranlı yetkililere 14 Ağustos 1990 tarihinde yazdığı ve dayatılan savaşta işlediği cineyetlere değinmediği beşinci ve son mektubunda iki ülke arasında barış için başta 1975 Cezayir anlaşması olmak üzere İran’ın tüm şartlarını ve Iraklı güçlerin İran topraklarından işgal ettikleri bölgelerden çekilmeyi ve İranlı esirleri serbest bırakmayı kabul ettiğini ifade etti.

Bu mektup, İran’a dayatılan savaş projesi küresel güçlerin ve bölgesel müttefiklerinin tüm lojistik, askeri, siyasi ve mali desteklerine rağmen hezimete uğradığını ve Batılı stratejistlerin tüm hesaplarına ve tezlerine rağmen bu savaş İran milletini daha da güçlü ve daha de dirençli yaptığını ortaya koydu. Bu yüzden dayatılan savaşın sona ermesi ile birlikte Amerika’nın İran’a karşı politikaları da değişti ve doğrudan mücadele politikası yerini İran’ı çok yönlü kontrol altına alma stratejisine verdi. Aslında bu durum beklenmedik bir durum değildi, zira İslam inkılabının içinden doğan İslam Cumhuriyeti nizamı Amerika ve sulta düzeninin gerçek yüzünü aşikar etmişti. Nitekim bu gelişme, zulüm altında inleyen mazlum milletlerin dünyaya hakim olan düzenlere bakışında bir dönüm noktasına dönüştü.

Kutsal savunma yılları  İran milleti için sadece manevi değerleri ve fedakarlıkları hatırlamakla kalmıyor, aynı zamanda bugünkü ve yarınki kuşaklar için de değerli bir deneyim olarak duruyor. Bu yüzden kutzal savunma yıllarına farklı bir açıdan bakmak yerinde olur.015