Ekim 01, 2016 13:12 Europe/Istanbul

Saddam rejiminin İran’a dayattığı sekiz yıllık savaş çok amaçlı bir savaş olarak başladı ve tüm araştırmacılar dayatılan savaşın ve bu savaşı destekleyen ülkelerin hedeflleri aslında aynı madalyonun iki yüzü olduğu konusunda hemfikirdir.

Savaş yıllarında ve hatta savaştan sonraki yıllalrda yayımlanan belgeler, Amerika ve bir çok Avrupa ülkesi ve bazı bölge ülkeleri, Saddam’ın İran’a dayattığı savaşın yöneticileri olduğunu ortaya koydu. Nitekim zaman ilerledikçe ve yıllar sonra bu savaşın boyutları ve Saddam’ın İran’a saldırısına ortaklık edenlerin rolü daha da belirginleşti. Savaştan sonra yayımlanan belgeler bu savaşı perde arkasında kimlerin yönettiğini ifşa etti. Aslında Saddam rejimini İran savaşında beşeriyete karşı suç işlemeyi sürdürmeye teşvik eden şey de, bu desteklerdi. Nitekim Batı’nın Saddam rejimine verdiği destek savaşın uzamasına ve Saddam’ın İran milletine karşı savaş suçlarının genişlemesine neden olan etkendi.

Saddam rejiminin İran’a dayattığı savaş sırasında iki kutuplu dünyanın iki süper gücü olan Amerika ve sovyetler birliği bu savaşın şiddetlenmesinde ve bu saldırının devam etmesinde temel rolü ifa etti. İran’da şah rejimi devrilmeden önce bu ülke sovyetler birliğinin komşusu ve komünist olmayan ülkeler zincirinin baş halkası ve zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan bir ülke olarak Amerika için stratejik önem arz ediyordu. Bu yüzden Truman’dan sonra Amerika’nın daha sonraki başkanları da Truman’ın İran’a karşı izlediği politikaları sürdürdü ve İran’a askeri, teknik ve iktisadi yardım göndermeye devam etti ve hatta komünizmle mücadele çerçevesinde İran ile Sento anlaşmasını imzaladı ve böylece İran Amerika’nın Fars körfezi bölgesinde en önemli müttefiki oldu.

Türkiye’nin avrasya stratejik etüt merkezi Başkanı prof. Ümit Özdağ bu bağlamda gündeme getirdiği soruda, neden Ortadoğu bölgesinde geçici gerginliklerin düşmanlığa dönüştüğünü soruyor. Özdağ’a göre bölgenin askeri tarihi eski kültürel, siyasi ve tarihi sistemlerle dolup taşmış ve siyasi meseleleri çözmek için askeri gücün kullanılmasını meşru göstermiştir. Dini ve etnik ihtilafların kökleri ise genellikle bu rekabetlere uzanmış ve sonuçta savaş için siyasi konsensüs ve genel seferberlikle sonuçlanmıştır.

Aynı tezi belki de bölgenin şimdiki şartları ve Suriye ve Irak ve Yemen’de yaşanan savaşlar ve münakaşalar için söylemek mümkün. Saddam’ın neden İran’a savaş dayattığının sebepleri bugün bölgede yaşananlarla karşılaştırılması da kayda değer bir konudur. Amerika’nın İran’a dayatılan savaşta Saddam’a verdiği destek, bugün bölgede direniş eksenini zayıf düşürmek için Arabistan’ın savaş çığırtkanlığı ve Irak ve Suriye’de terör örgütlerine verdiği destekle yaşananlar karşılaştırıldığında bir çok ilginç ortak yönler ortaya çıkıyor.

Amerika İran’a dayatılan savaş yıllarında ilk etapta Saddam’ı destekleme ve İran’la mücadele eğilimi çerçevesinde Irak’ın adını teröre destek veren ülkelerin listesinden çıkardı. Amerika aynı politikayı Arabistan’a, yani 11 Eylül 2001 olaylarının perde arkasında yer alan rejime karşı izliyor. Amerika yönetimi 11 Eylül olayları ile ilgili yapılan araştırma sonuçlarının önemli bir bölümünü yıllarca gizli tuttu ve böylece bu terör olayının baş zanlısı Arabistan’ın adının gündeme gelmesini engelledi ve sonuçta Arabistan’dan Suriye ve Yemen’e dayatılan savaşta yararlanma sürecinin aksamasını istemedi, üstelik Arabistan’ı bölgede direniş cephesi ile mücadelenin en ön saflarında ve İran’a karşı vekalet savaşınında baş aktör olarak tutmaya devam etti.

Öte yandan Amerika’nın Saddam rejiminin İran’a dayattığı savaş sırasında bu rejime verdiği puanlar da ilgi çekiyordu. Bu puanların başında Irak’a silah ihracatı yasağının kaldırılması ve Amerika’nın müttefiklerine de Irak’a askeri teçhizat satma önerisi yer aldı. Amerika’nın dönem Başkanı Jimi Carter İran’a darbe vurmak için Arabistan’ın İran’ın muhtemel askeri saldırısına karşı koyma bahanesiyle yaptığı askeri yardım talebine olumlu cevap verdi ve 5 Ekim 1980 tarihinde dört adet Awax casusluk uçağını gerekli kara desteği ile birlikte Riyad’a verdi. Tüm bunlar bugün de Amerika’nın bölgeye yönelik politikaları doğrultusunda Arabistan karşısında izlediği politikaların ve uygulamaların aynısıdır.

Amerika Saddam’ın İran’a dayattığı savaşa destek sürecinde Batılı müttefiklerini Fars körfezine donanmalarını göndermeye zorladı. Bu talebin üzerine üç haftadan daha az bir süre içerisinde Fransa, İngiltere, Avustralya ve Kanada’nın Hint okyanusu ve bölgede askeri varlığı 30 savaş gemisinden 60 savaş gemisine yükseldi.

Öte yandan Irak rejimi silah alımı çerçevesinde Fransa ile 1.5 milyar dolar ve İngiltere ile de bir milyar dolar değerinde anlaşma imzaladı. Saddam rejimi 1984 yılında Fransa’dan süper etandar savaş uçaklarını teslim aldıktan sonra İran’ın Hark adasındaki petrol tesislerini ve petrol tankerlerini ve ticari gemilerini vurmaya başladı.

Yine Amerika’nın direktifi doğrultusunda 1981’in sonlarına doğru Kuveyt 7 milyar dolar, Arabistan 3 milyar dolar, BAE bir milyar dolar ve Katar da yarım milyar dolar Irak’a nakit mali yardım yaptı ve böylece Saddam rejiminin İran’a dayattığı savaşın mali bedelini bölgenin Arap rejimleri karşılamış oldu.

Şimdiki aşamada da Obama Arabistan’ı Camp David zirvesine davet ederek ve Bercam nükleer anlaşmasını imzalamadan önce Riyad’a daha fazla askeri yardım sözü verdi ve Arabistan’dan bölgede Amerika’nın stratejik müttefiki şeklinde söz etti. Geçenlerde Reuters haber ajansının yayımladığı bir rapora göre Amerika Suud rejimine 115 milyar dolar değerinde silah ve askeri teçhizat satışı için öneri sundu. Bu öneri beyaz sarayın son 71 yılda Suud rejimine sunduğu en büyük öneriydi.

Uluslararası arenada da Amerika BM güvenlik konseyi üzerinden çifte standart bir politika izledi ve konseyin kararlarını ve kararnamelerini pratikte Saddam’ı destekleme hizmetine sundu. BM güvenlik konseyi dayatılan sekiz yıllık savaş sırasında İran ve Irak arasındaki durumla ilgili 8 kararname ve kimyasal silahların kullanılması hakkında da dört bildiri yayımladı. BM güvenlik konseyinin o dönemde yayımladığı 479 sayılı kararnamesi saldırgan tarafın lehine yayımlanan tek yanlı bir kararnameye açık bir örnekti. Söz konusu kararnamede savaşı başlatan tarafa değinmeden ve Irak saldırgan taraf olarak kınanmaksızın münakaşanın iki tarafından zora baş vurmaktan kaçınmaları ve aralarındaki münakaşayı barışçıl yollardan ve uluslararası hukuk ve adalet ilkelerine göre çözümlemeleri istendi.

BM güvenlik konseyinin daha çok durumun beyanı olan 479 sayılı kararnamesinin ardından bu konseyi tam 21 ay boyunca Irak’ın İran’a dayattığı savaş karşısında sessiz kaldı. Fakat stratejik Hürremşehir liman kenti saldırgan Saddam ordusunun işgalinden kurtarılınca BM güvenlik konseyi sırf savaşta dengelerin İran lehine bozulmasından korktuğu için 12 Temmuz 1982 tarihinde 54 sayılı kararnameyi yayımladı. Kararnamede BM bildirgesinin 24. Maddesine göre taraflardan ateşkes ve uluslararası sınırlara geri çekilmeleri talep edildi

Bu vaziyet yaklaşık altı yıl aynı şekilde devam etti, ta ki sonunda BM güvenlik konseyi 20 Temmuz 1987 tarihinde oy birliği ile İran ve Irak arasında ateşkesi öngören 598 sayılı kararnameyi onayladı. Bu kararnamede ilk kez BM güvenlik konseyi Irak’ı savaşı başlatan ve sürdüren taraf olarak tenkit ediyordu. BM güvenlik konseyi kararnamede ayrıca sivil yerleşim bölgelerine yönelik bombardımanların ve tarafsız gemilere veya sivil uçaklara yönelik saldırıların devam etmesinden esef duyulduğunu belirtti. BM güvenlik konseyi ayrıca yedi yılın ardından ilk kez savaşı başlatan tarafın tespit edilmesi için tarafsız bir heyetin kurulmasını istedi, oysa bunu savaşın başladığı ilk gün yapması gerekiyordu. Ancak küresel istikbar güçleri bunu istemiyordu, çünkü savaşı başlatan ve Saddam’ı İran’a karşı destekleyenler onların ta kendileriydi.

Sonunda ve ateşkesin kabul edilmesi ve savaşın durdurulmasından son yıl sonra BM dönem genel sekreteri Havier Perez De Kueyar’ın raporunda Irak savaşı başlatan taraf olarak açıklandı, fakat başta İran’a tazminat ödemek olmak üzere saldırgan tarafın yükümlülükleri yerine getirilmedi.015